17 Temmuz 2012 Salı

Kazım Koyuncu - Trabzonspor - HES


Bu blogda ilk kez Trabzonspor yazacağım, belki de son kez. Küfür etmeye gelenlere peşinen söyleyeyim konu "futbol" değil, "sosyal" içerikli.

Kazım Koyuncu, Karadeniz coğrafyasının modern müziğini ülkeye duyuran adam olarak tanındı. Ölümü ile birlikte yayılan ünü ise "güzel adamlar öldükten sonra değerlenir" sözüne harfiyen uyuyordu. Aslında onu Karadeniz dahil ülke çapında bir çok insan sadece müziğiyle, yaptığı şarkılarla tanıdı. Oysa ki Kazım siyasi ve  hayata bakış açısıyla da çok sağlam duruş gösteren "nadir sanatçı"lardan biriydi. 

Kazım iyi ve sıkı bir Trabzonspor taraftarıydı, 1996'dan beri süregelen Fenerbahçe - Trabzonspor gerginliğini benim ve bir çok insanın hafifleten de ta kendisiydi. Ama ondan sonrası ne yazık ki öyle olmadı, neyse...

Duyuyoruz ki Trabzonspor 10 milyon dolar gelir elde etmek için güzelim Uzungöl'de bir HES projesine girişiyormuş. Zaten HES'lere karşı olan benim aklıma bu sefer ilk olarak bu duruma karşı oluşum değil Kazım geldi. Onun yaşadığı süreçte bu ve bunun gibi konularda verdiği mücadele geldi. Hatırlayan var mı?

Kazım'ın Trabzonsporluluğuyla övünen kitleden, herhangi bir insandan bu işe karşı ne bir tepki duydum ne de bir kelam laf (bazı insanları tenzih ederim). O zaman bu işin içinde bir samimiyetsizlik ararım ben. Ben aslen Rize Ardeşenliyim, üstüne Fenerbahçe taraftarıyım. Kısacası Trabzon ve Trabzonspor taraftarının sevmediği tüm coğrafi ve futbol özellikleri bünyemde mevcut. Bir kaç sivri dilli arkadaş çıkacak muhtemelen "sanane" diyecek, ama öyle değil arkadaşım hele bir soluklan.

Neden mi öyle değil? Çünkü Kazım bize müziğini, duruşunu miras bırakıp buralardan giderken size ekstradan bir de takım sevdasını miras bıraktı. Ben bile şu işten duyduğum öfke ve rahatsızlıkla konuşma ihtiyacı duyuyorken sen susuyorsan "sanane" demek sana değil bana düşer.

Siz bu işi durdurmadığınız sürece, tepkinizi koymadığınız sürece Kazım emin olun ki Trabzonsporlu falan değil. Hatta yaşıyor olsa eminim ki söyleyeceği şey "Trabzonspor bu projeden vazgeçene kadar ne takımı desteklerim ne maçlarına giderim" olacaktı, eminim. Ama yok siz bu söylediğimi de kabullenmezsiniz değil mi? Çünkü öncelik para, samimiyet, Kazım'ın ruhu sadece ihtiyaç olduğu anlarda lazım size. Ya para? Her zaman. Yazık...

Bir gün sadece ağzınızda olan "endüstriyel futbol" goygoyunu cidden bir tarafa koyabilir, hayata karşı bir duruş sahibi olursanız ve en önemlisi de parayı bir kenara koyabilirseniz benim ve Kazım'ın ne demek istediğini, aslında gerçeklerin ne olduğunu anlayacaksınız. O gün olur da gelecek olursa ben sizinle kol kola maç izleyeceğim, mesela maçtan beraber çıkıp belki HES'leri protesto etmeye de gideriz? 

Kazım için, onun gibiler için denemeye değmez mi? Nefret tohumlarını yakın, tekrar kol kola maç izleyelim.

14 Temmuz 2012 Cumartesi

Fenerbahçe Erkek Basketbol Takımı Ne Yapıyor?



Başlıktan da anlaşılacağı gibi, genel bir değerlendirme yazısı olacak. Şube neler yaptı, neler yapmak istiyor sorularının cevabını bildiğim kadarıyla vermeye çalışacağım.

Öncelikle, seneye Aydın Örs ayrılığıyla başlamak şüphesiz ki başlangıç adına olabilecek en kötü adımdı. Aydın Örs'ün bu şubeye gelişi, yaşadığımız ilk şampiyonluk, sonrasında koçun yaşadığı büyük vefasızlık gibi olgular yüzünden Aydın Örs bizim için çok özeldir. 'Biz' dediğim kesim; basketbol şubesinin artık bir yerlere gelmesini isteyen, 'şunu yapacağız, bunu alacağız' açıklamarından bıkmış, artık tam anlamıyla 'şube' olabilmeyi başarmış bir takım isteyen kesim..

Söylediğim gibi, Aydın Örs'ün gidişi zaten berbat geçmiş bir sezonun ardından umutların iyice dibe vurmasını sağladı. Berbat kelimesini kullandım ama sebebi asla ligi bitirdiğimiz konum ya da Euroleague macerası değildi. Takımı sahada izlerken ben utanıyordum. O ruhsuzluk, o ne yaptığını bilmeme ve hatta bir şeyler yapmayı istememe durumu..

Sonrasında klasik yönetici açıklamalarımız geldi. ''Yüksek hedeflerimiz var, iyi bir koçla anlaşılacak''. Medya yoluyla ortaya Messina atıldı, bittiği bile söylendi. İstanbul'dan evi bile hazırdı ve %99 oranında, rekor sayılabilecek bir yüzdeyle Messina'yı elimizden kaçırdık. Ardından Obradovic, İvkovic ve hatta Tanjevic'in ismi bile geçti. O dönemler cidden kabus gibiydi.

O dönemden elimizde kalan tek artı Kemal Dinçer isminin şubeye getirilmesiydi sanırım. Potaya girdiği andan itibaren gerek sosyal medya etkinliği, gerekse dobra açıklamaları sebebiyle içimizi ferahlattı. 'Acaba cidden yapılanıyor muyuz?' sorularını sormaya başladık ki ortaya Pianigiani ismi çıktı. Soru işaretleri yok mu? Elbette var. Klasik bir tanım ama kabul edilebilir bir sebep : İtalya dışına ilk kez çıkıyor.

Yine de geçen isimler içerisinde gelecek adına taşıdığı umutla, hırsıyla, uyguladığı oyun planıyla şubeye en uygun olan adam olduğunu düşünüyorum.



Sonrasında malum transfer dönemi geldi. Öncelikle Engin konusunu atlarsam çok üzüleceğim. Engin buraya geldikten sonra doğru düzgün katkı veremeden sakatlandı. Kulüp, taraftar hep birlikte Engin'den çok şey bekledik. Bunun getirisi olarak O'nun yanında durmasını da bildik. Parkeye döndükten sonra verdiği mücadeleyi, gösterdiği arzuyu hep alkışladık. Yani bir oyuncunun arkasında ne kadar durulabilirse o kadar durduk. Sonra bir sabah Engin'in takımdan ayrıldığını öğrendik. Kendi açımdan nereye gittiğinin pek bir önemi yok. Siena, Galatasaray veya Bandırma ismi mühim değil. Engin'in, ''Daha fazla süre almak istiyorum'' dedikten sonra gelecek yabancı guardın ardından Ender ile süre paylaşacağı takıma gitmesi gerçekten inanılır gibi değil. Bunun adı en basit tabirle vefasızlıktır.

Öte yandan Mirsad konusu da büyük yara. Geçen sene 'basketbolu bırakır!' denilen sakatlıktan çıkıp oynadığı maçlarda gösterdiği yürek için bile bir sene daha tutardım Mirsad'ı. Her şeyin ötesinde kendisinin yaptığı ''İki sene daha basketbol oynayacağım'' açıklaması taze şekilde duruyor. Adamı bu şekilde zorla jubileye ikna ettik. Nasıl kabul ettirdik onu da bilmiyorum ama canımı sıkan bir konu olduğu kesin. Koçun sakatlıklar sonrası istememe durumu da olabilir, anlaşılabilir bir sebep ama yine de kalmalıydı. Formanın emekli olması konusu ise çok uzun mesele. Günü kurtarmak adına yapılan sahte bir hamle gibi geliyor. Bu konu ayrı bir yazı konusu olur, fazla uzatmayayım.



Asıl konumuza gelelim : Yapılanma. Pinigiani'nin gelişi ve Kemal Dinçer tutumu sonrası biz de merakla beklemeye koyulduk. İlk açıklanan isim Barış oldu. Yerli kadrosu açısından eski avantajımız olmadı aşikar. Böyle bir ortamda Barış'ı almak çok iyi iş. İşte tam burada ''Keşke Engin kalsaydı'' diye düşünüyor insan. 1-2 yedekleyicisi güzel bir alternatif daha olacaktı. Bence bunun sıkıntısını çekeceğiz.

Ve geçen hafta sırayla açıklanan Batiste ve Sato transferleri.. Sato Euroleague'de boy göstermeye başladığından beri hayranı olduğum bir adam. Savunması çok iyi, hücumu ortalama üstü olan, yani; spor dallarının vazgeçilmez tanımı ''iki yönü de oynayabilen adam'' etiketini taşıyan birisi Sato. Geçen sene Pana'da kafasının rahat olmadığına dair çok haber okuduk. Formunu biraz da oraya bağlamakla birlikte ben o seneyi bir daha yaşamayacağını düşünüyorum. Sato çok değerli bir parça, güzel transfer.

Batiste ise dışarıdan bakan bir adamın yaşını tahmin edemeyeceği düzeyde atletik özelliklerini sürdüren bir adam. 35 yaşına gelmesi benim için pek bir şey ifade etmiyor keza iki sene daha bu seviyelerde kalacağını düşünüyorum. Bir sporsever olarak kafamı kurcalayan tek noktası malum kafaya basma olayı. O günden beri Batiste hakkında düşüncelerim pek iyi sayılamaz ama oyunculuk yönüne gelince fazla bir şey söylemek ayıp olur. En basitinden, perde sonrası potaya devrilip bitirebilen bir uzunumuz oldu. Fisher sonrası Nash bulmak gibi bir şey bu diyerek terbiye sınırlarını da zorluyorum.



Ve geleceği konuşulan isimler konusu.. Beni en çok umutlandıran nokta burası. Şubenin çalıştığını ve artık bazı şeylerin eskisi gibi olmadığını düşünmemi sağlayan kısım. Gündemimizdeki ana isim Bo. Koçun çok istediğini bildiğimiz Andersen de hedefin diğer kolu. Forumlarda da bolca konuştuğumuz gibi, herkes Bo'nun alternatifinin olmayışından ve yeni bir Josico olayı yaşanmasından korkuyordu. Ben de öyle. Sonrasında Kemal Dinçer'in de doğruladığı Will Bynum ilgisi çıktı ortaya. Bo'nun olmama olasılığına karşı böyle bir adam düşünmek benim için çok iyi şeyler anlatır. Bynum'ın İsrail macerasını hatırlayanlar olacaktır. Gayet delici, ilk adımı hızlı ve yürekli bir adam. Oyunun pas kısmını Bo'dan daha iyi yaptığını da söyleyebiliriz. Kesinlikle denenebilecek bir alternatif. Tabii beni tanıyanlar Bo için neler düşündüğümü bilir, inşallah olur ama kolay bir iş değil. İşin bu kadar uzaması da ona işaret zaten. İşte tam da bu konudan yola çıkarak düşünülen isimlerin hepsinin gerekli alternatiflerinin olduğunu bilmek güzel. Biz bu duyguyu hissetmeyeli çok uzun zamanlar olmuştu.

Yapılan transferlerin, özellikle iki yabancı transferin soru işaretleri var, yok diyemeyiz. Gelecek kişiler hakkında da net bir bilgimiz yok ama bir şeyler yapılmaya çalışılıyor. Mirsad, Aydın Örs gibi yanlışlar yapılsa da bazı doğrular gördüğümüz için umutluyum. Yerli rotasyonu darlığı, takımın gayet zor grubu ve oraya ne kadar 'takım olabilmiş şekilde' gidebileceğimiz sorusu, resmi sitemizin hala daha güncel olamaması gibi bir sürü sorunumuz var aslında. Bunları biliyoruz ama sonuç olarak, umut beslenebilecek bir yapılanma olma yolunda gidiyoruz. En azından bize hissettirilen o. 


Bu yönden bakılınca güzel bir sezon bizi bekliyor diyebilirim. En azından mücadele eden, istediğini gösteren ve savunma yapabilen bir takım olacağız. Salonun yapısı ve dezavantajları da giderilirse -ki burada yönetime de taraftara da çok büyük işi düşüyor- Pianigiani'nin hırslı, isteyen ve ısıran takımı gerekeni yapacaktır.

Related Posts with Thumbnails