25 Eylül 2012 Salı

Trabzonspor Maçı Sonrası: İnanmak Çok Önemlidir


Dünkü maç fotoğraflarının hemen hemen hepsine baktım, dünü ve son günlerimizi bu fotoğraftan daha iyi özetleyen başka bir fotoğraf bulamadım. Her dakika heyecanla sahaya bakan ama sahada o heyecanının karşılığını göremeyip of çeken milyonlarca insan, tıpkı bu küçük şirin taraftarımız gibi...

Aykut Kocaman'a dair bugüne dair hiçbir şey yazmadım, ufacık dahi olsa eleştirmedim. Çevreme baktığımda ona en çok desteği veren insanlardan biri olarak görüyorum kendimi. 

Üniversite sonrası düzenli bir hayata kavuşamadığım için sürekli maçları farklı yerlerde izliyorum. Kimi zaman bir evde, kimi zaman kahvede, kimi zaman arkadaşlarla, kimi zaman bir kafede. Haliyle bu kadar farklı yerlerde maç izliyorken gözlem de yapıyor insan, hele ki gözlem yapmayı seven biriyseniz böylesine ortamlar sizin için büyük fırsattır. Bu yerlerde yaptığım gözlemlerin tümünü anlatmam için başka bir yazı şart. Benim değinmek istediğim ise şuan için sadece "Aykut Kocaman" ile ilgili olan kısım. 

Fenerbahçe taraftarının gelmiş geçmiş en büyük efsanelerinden biri Aykut Kocaman, benim için de şüphesiz öyle. Fenerbahçeliler ona bağlanırken, "adam", "kocaman yürek" gibi manevi yönleriyle bağlandı. Bu yönlerinin tamamlayıcısı olarak da ona karşı devamlı başarıyı umut etti ve ona inandı. Yakın günlere kadar aradan -kendince haklı olanlar tabii ki olabilir- çıkan bazı çatlak sesler dışında neredeyse bütün camianın bu desteği de arkasındaydı. Hatta herkesin tek söylediği şey "hem kadro, hem sabır açısından en şanslı teknik direktörlerimizden". Haksız değiller. 

Dün ve yakın zamanlarda gözlemlediğim herkesin gözleri aynı şeyleri söylüyor ne yazık ki. O umutlu, inanan gözlerin ışığı artık ya sönmüş ya da sönmek üzere. Bugün önümüzdeki maçtan itibaren müthiş bir seri yakalasak sene sonuna kadar tüm maçları kazanıp açık ara şampiyon olsak bile seneye ilk maç yenildiğimiz anda Aykut Kocaman yine bugün maruz kaldığı sözlere ve tepkilerle yine karşı karşıya kalacak. Çünkü onun teknik yönüne olan tüm inanç, tüm umut bitti...

Bunları yazmak benim için cidden çok zor, o kadar zor ki belki de uzun süredir yazdığım en kötü -akış açısından- yazı dahi olabilir. Sebebi ise cümleleri toparlayamıyorum, nasıl bunları söylemeye dilim varmıyorsa ellerim de yazamıyor. 

Yazının başlığı "Trabzonspor maçı sonrası" ama farkındayım maça dair en ufak şey yok yazıda. Ben de istiyorum burada teknik-taktik konuşayım ama cidden konuşulacak en ufak bir teknik-taktik detay yok. Sorun sene başından beri ne Alex'in oynayıp oynamaması, ne de geç de olsa gelen orta sahay transferiydi. Bunu en başından beri defalarca söyledik, kimi kabul etti kimi etmedi. Peki biz ne dedik? Eğer sen Fenerbahçe isen, senin takımının karakteri olacak kardeşim. Biri bana çıksın desin ki Fenerbahçe bu yıl, geçen yıl, ondan önceki yıl "şu karakter" ile sahaya dağılıp, oynayan bir takım arkadaş. O zaman söylediklerimi yutacağım ama söyleyebilecek biri ne yazık ki yok.

Dün basın toplantısında Aykut Hoca "zamanı gelince sevinerek ayrılacağımı herkes bilsin" minvalinde bir şeyler söylemiş Antu'nun çirkin görseline karşı, haklıdır.

İşin "bence"sine gelecek olursak, ne mi yapmalı? Önce bizim için efsane Aykut'tu, şimdi de Aykut Hoca. Giderek ona saygı duyup Aykut Hoca diyen insanlar onun bu sıfatını yok sayıp sadece Aykut diyor, büyük çirkinlik. Biz kendimizi, Fenerbahçe sevgimizi geçtik onun efsaneliğine zeval gelmesin isteriz bizi bilen bilir. Kendisi daha fazla zarar görmeden çıksın desin ki "sevgili Fenerbahçeli kardeşlerim, ben çok yoruldum, sportif açıdan saha kenarı hariç verilecek her türlü göreve hazırım fakat artık saha kenarında olmayacağım". Omuzlarımıza alalım, saha kenarından klüp binasına götürelim onu. 

Ben artık kendimi geçtim, sana üzülüyorum be hocam sana. 

24 Eylül 2012 Pazartesi

Trabzonspor Maçı Öncesi



96 olayları ya da daha fazlası dahil, asla Trabzon'dan çok fazla nefret edememiştim. Trabzonspor'u destekleyen güzel adamlar tanıdığımdan olabilir bilemiyorum ama genel kanının aksine ılımlı bakardım. Malum süreç ve sonrasında olanlardan sonra aynı şeyleri hissedemiyorum. Zaten sadece Trabzonspor ekseninde değil genel olarak bir değişim oldu. Fenerbahçe ben ve benim gibiler için daha fazla merkeze kaydı. Avrupa'da oynayan diğer takımları asla destekleyemedim ama artık Twitter gibi platformlardan çirkinleşmeye de başladım. Sonumuz iyi gözükmüyor.

Bugün yine Trabzon ortamı ısrarla geriyor. Bu gergin ortamın bize yaradığını ya göremiyorlar ya da anlayamıyorlar. Geçen sene orada yaşadıklarımızı ben unutmadım. Hırsım, sinirim de asla geçmeyecek. Emre doğru bir şey yapmadı elbet ama Zokora'nın nefret dolu tekmesini savunan adamları gördüm ben. Ya da her faulün aslında sarı kartlık olduğunu ve o maçın bitmemesi gerektiğini düşünenleri ayıplayanları da. Aslında geçen sene şampiyon olabileceğimize ilk kez o zaman inanmıştım ben. Oradan galip çıkabildiysek eğer her şey olurdu.

Geçen seneden bana kalan zaferlerin en güzeli o maçtır işte tam da bu yüzden. Bu seneye gelindiğinde, Trabzon sitesinden yapılan ufak kelime oyunlu kışkırtmalar, garip açıklamalar derken yine güzel ve gergin bir ortam oluştu. Güzel diyorum çünkü biz böyle ortamları seviyoruz.

Nasıl olacak, ne olacak bilmiyorum ama bizim takım artık çıksın ve güzel futbol oynasın. Yani daha doğrusu güzel mücadele etsin. Ben Aykut Kocaman'a tapar derecede yanlışlarını göremeyen bir adam değilim. İlk senelerinde, güzel oynadığımız dönemlerde bile eleştirdim. Bence bu yapılması gereken bir şey ama şu dönem olduğu kadar silik ve mücadeleden eksik bir takım olmamıştık hiç. Evet Aykut Hoca yanlışlar yapıyordu ama takım bir şekilde mücadelesini belli ediyordu. İnanç mı azaldı, ne eksik bilmiyorum ama tamamlansın artık. Bir de hep söylüyorum ya ben bu adamı çok seviyorum. Haddim olmayarak kızdığım oluyor ama üzülüyorum.

Bence biz mutlu olmayı hak ediyoruz. Çok fazla şey yaşadık, çok fazla umut besledik, çoğusu boşa gitti. Artık güzel şeyler görelim yahu. Mümkünse başımızdaki adamla olsun, bir şekilde düzelsin. Ben gizli gizli umut beslemekten sıkıldım. Milat bugün olsun, olacaksa eğer.

Bugünün videosu da o malum gol olsun. Dediğim gibi, mümkünse eğer yine aynı adam atsın.






21 Eylül 2012 Cuma

Değişimi Beklerken Biz Değiştik


Kalbimdeki yeri hiçbir zaman değişmeyecek kocaman adam geldiğinde çok mutlu ve umutluydum. Ankaraspor'da oynattığı futbol bir gösterge değildi elbet ama kafa yapısını az çok biliyorduk. Bir de içimizden biriydi. O'na şans vermek için gereken sebeplerin hepsi vardı yani. Geliş tarzı tartışılır ama benim gibi Daum'un tekrar gelmesine çok tepkili adamlar için o da göz ardı edilebilirdi ve edildi de.

İlk sezon; önceleri hücumda çok aktif, sonraları çok fazla kontrol heveslisi bir takım olduk. Ortası bir türlü tutmadı ama son haftalar oynanan futbol tam istediğim gibiydi. Artık takım oturdu hevesiyle diğer sezona başlayacaktık ki malum olaylar oldu. Geçen sezonun pek günahı olmazdı eyvallah ama düşünce yapısıyla uygulamaya koyulan nokta sanki hep biraz eksikti. Bu kısmı biraz açarak yazıyı devam ettiriyorum.

Evvela yapılan transferlerin hepsi son yılların çok çok ötesindeydi. Sportif düşünceleri çok ileride bir adam Aykut Kocaman. Takımın transfer çehresi tamamen değişti. Gelen her adam belirli bir nedenle geldi. Eskisi gibi ses getirsin diye değil de uygulamak istediği mantığa uysun diye aldı adamları. Bu çok güzel. Yaptığı transferler ve elde ettiğimiz gelir bile bunun göstergesidir. Bu yönden umutlu olmamamız için hiçbir sebep yok. Peki bu transferlerin sahaya yansıma süreleri ve biçimleri nasıldı? Hocanın sezon başından beri 'orta saha istiyorum' dediğini biliyoruz. Orta saha gelene kadar sağ kanat bile geldi ama o gelmedi. 'Kadro yeterli' moduna girilmeye başlanıyordu bile ama takımın eksiği o kadar fazla bağırdı ki son güne gayet yerinde ama çok geç bir hamle yapıldı. Krasic, Sow, Kuyt vs vs.. İşin madde kısmına pek fazla girmek istemiyorum. Hepsi isim isim her hocanın isteyeceği adamlar. Bu konuda sadece zaman kısmını eleştirebiliyoruz. İşin sahaya yansıyan kısmında ise durum 'bence' vahim. Orası çok uzun ve sıkıcı bir paragraf olabilir.

En başından beri olayın tek bir orta saha ile bitmeyeceğini savundum, hala daha da böyle söylüyorum. Takım iyice rayına otursa da sorunlar bitmeyecek. Gökhan eskisi gibi çevik ve akıcı değil. Hasan Ali çok güzel adam ama kademe konusunda hala daha çok gelişmesi gerekiyor. Yobo'nun attığı yedi uzun toptan altısı taca gidiyor ve neden ısrarla Yobo'ya bunu yaptırıyoruz bilmiyorum. Defanstan top çıkartmak gibi bir derdimiz yok. Genelde bekler ekseninde topu ileriye dikiyoruz ve topu oralarda şans eseri almaya yetecek bir çoğunluğumuz da yok. Biz Emre gibi gününde olduğunda bu işleri harika yapabilecek bir adamla bile bu sorunları yaşıyorduk, hatırlatırım. Şimdi Topal ve Meireles gibi çok iyi toplayıcılar ama harika olmayan dağıtıcılar var. Rakip tarafından önde yapılan baskı anında sonuç veriyor. Bu işe çözüm bulduğumuz tek bir maç hatırlayabilen var mı? Topu ileriye aktarmayı başardığımızda bir şekilde sonuca gittiğimiz doğru. 2-2lik Galatasaray ve Marsilya maçlarını hatırlayalım. Hepsinde önde basmaya çalışan rakip vardı. Genel bir istek ve ilerideki yaratıcılığımızla bulduğumuz iki gol var. Sonrasında yediğimiz inanılmaz baskı ve 'ben artık yapamıyorum' modundaki geriye çekilişimiz ve gelen iki gol. Benu bunları da tamamen değişikliğe bağlamıyorum. Bunlar tabii ki tesadüf değil. Baskıyı yediğimiz an tüm pas yollarımız ve top tutma becerimiz bitiyor. Israrla söylemek istiyorum ki biraz eli ayağı düzgün bir takıma karşı bunun önlemini hiçbir zaman alamadık. Sadece iyi kapandığımız veya akışına bırakarak gol yemediğimiz oldu. Peki oyunu kanatlara yıkmak bir çözüm olabilir miydi? Olabilirdi. Olabilirdi de nasıl? Stoch hiçbir zaman verimliliği olan bir adam imajı çizmedi. Birkaç maç inanılmaz işler yaptı, diğerlerinde sahada gözükmedi. Mehmet Topuz asla tam bir kanat adamı olmadı. Yeri gelir iyi orta keser, yeri gelir topu taşır ama asla o oyunu açmasını bekleyeceğimiz akıcı kanat adamı değil. Krasic transferi bu yönde yapılmış bir hamle olabilirdi ama bu da hocanın 'şanssızlık' hanesine yazılabilecek bir şey. Tabii bu bir bahane olmamalı. İşin maddelerinin ötesinde tek bir hamleyle yok olabilecek çözüm planlarımız varsa vay halimize. Sow'u sol kanatta denemek, Kuyt'ı sahanın her yerinde gezdirmek gibi 'sürekli' olarak yapılan ve dönülmeyen taktiksel hatalar da tazeliğini koruyor. Sezer'in neden hiç oynamadığını, antremanlarda hiç mi istekli olmadığını sormak isterdim mesela. Recep'in daha fazla forma şansı bulmasını, Salih'in biraz olsun oynamasını isterdim. Zor şeyler biliyorum ama bazı fırsatlar oldu gibi sanki. Aykut Hoca'nın kafası rahat olsa, her şey yolunda gitse bunları daha çok düşeneceğine de emin olmak kötü. Neyse, bu ve bunun gibi şeyler özelinde ben takımın yapısının değişeceğine ve artık beklediğimiz hükmeden Fenerbahçe'nin sahada bulunacağına inanmıyorum.

Benim gibi bir adamın inancını kaybetmesi kimse için hiçbir şey ifade etmese de ortamın vahimliği açısından çok şey anlatır. Benim hocaya köstek olmayacağımı, başarılı olsun diye isteğimi yineleyeceğimi öncelikle ben biliyorum ama işin bir de tetikte bekleyen taraftar kısmı var. Benim inancımı bile kırabilmiş bu ortam çok tehlikeli. Ama haklı ama haksız eleştiri sahibi olan ve ağzının ayarı olmayan her taraftar şu an için haklı durumda. Ne düşünüyorsa ve ne hissediyorsa çekinmeden söyleyip, yazıyor. Bu ortam hiç sevmediğim bir ortam ve bu ortama zorla geldik. Gün gelecek, bu adamlar savaş meydanında bulunurcasına kelle de isteyecektir. İstendi, yapıldı da. İşte burada : ''Aziz Yıldırım ne yapacak?'', ''Söylediği sözler ne olacak?'', ''Aykut Kocaman'ı herkesin önüne atacak mı?'' gibi sorular aklımı kemiriyor.

Diyorum ya ben bu adamı çok seviyorum, benim için hep çok özel kalacak. Ne kadar yanlış yaparsa yapsın, ne kadar kötü olursa olsun köstek olmayacağım. Şu ortamdan anladığım da bir şekilde kötü bir yola doğru gidiyor. Bitişinin, gidişinin kötü olmasını, sancılı olmasını istemiyorum.

Maç mı? Beraberlik iyi sayılabilirdi, yine aynı şekilde puanı ellerimizde vermeseydik eğer. Değişmeyen de bu zaten. Ne değişiklikler, ne ortaya konulan futbol umrumda değil. Mantık değişmesi her olgu için çok zor ve sancılı bir şeydir. Geçen seneden sonra biz daha çok bunu bekledik. Değişimi beklerken biz değiştik. Üzüldüm, çok üzüldüm. Söyleyecek fazla bir şey yok.

20 Eylül 2012 Perşembe

Nostaljik Goller #4 | Tümer Metin


Tarih: 14 Şubat 2007

O zaman ki adıyla UEFA Kupası 3. tur ilk maçı, AZ 1-0 öne geçiyor Tümer ise onların ilk golüne hafızalarımızdan silinmeyen bu golle cevap veriyordu. Aynı maçta Tümer'in ikinci, takımın üçüncü golü de yine muhteşem bir gol fakat bu gol hepimiz için her zaman daha değerli olmuştur. 

Bugün yine kendi evimizdeyiz, iyi bir başlangıç her şeyin sonunu da iyi yapacak buna eminiz. Ve sizlere güveniyoruz, yere göğe sığdıramadığımız heybetinizi çıkın ve sahada bizlere gösterin!

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Spartak Moskova Maçı Öncesi



Geldik yine saatlerin geçmediği, gözümüzü açar açmaz ''Bugün maç var'' diyerek başladığımız o güne. Ayrı bir gün bugün. Geçen senenin hırsı, yaşanan sinir bozucu olaylar, takımın durumu derken çok garip bir hal aldı. Sırf bu yüzden bile garip bir gün..

Erdal'ın da bundan önceki yazıda bahsettiği gibi tarihin en önemli maçlarından biri. Sıradan bir eleme maçı değil. Çok şey ifade ediyor, bir maçtan çok daha fazlası. Şampiyonlar Ligi, bu seviyedeki her takım için en gerçekçi hayaldir. Burası işin her zamanki boyutu, bir de bu sene için Fenerbahçe'ye özel olan başka boyutları var ki, onlar beni -ve benim gibileri- daha çok ilgilendiriyor.

Geçen sene yaşanan her şey o kadar taze ki acısı da duruyor. Bırakın Şampiyonlar Ligi'ni, Türkiye'de ne olacağımızın belli olmadığı günlerdi. Ne bir açıklama, ne bir yol gösteren.. Herkes lider, herkes önder, herkes büyük olmuştu. O günlerden şöhret toplayanlardan tut, o günler yüzünden batanlara kadar bir sürü hadise. Biz de ne yapacağımızı bilmeden oradan oraya savrulup durduk. Tam tutunacak tek dalımız Şampiyonlar Ligi kalmışken orası da elimizden kayıp gitti. Karar sonrası basın toplantısında, Aykut Kocaman'ın surat ifadesi, gözlerinin dolu dolu hali aklımdan hiç çıkmıyor. Hırs da vardı orada, üzüntü de. Tıpkı bizde hep olduğu gibi.

Şimdi bir sene sonrasındayız. Alex ile Aykut Kocaman'ın durumu malum. Yaşanan olaylardan tutun, Alex'in kadroya alınması karşısında oluşan sevincimiz bile acı verici. Aykut Kocaman'ın, ''Çok kırgınım'' derken oluşan surat ifadesi yine aynı. Yine hırs ve üzüntü dolu. ''Ama devam edeceğiz, yapacak bir şey yok'' demesi de öyle.

Her şeyin ötesinde geçen seneden kalan bir hayal var en derinlerde. Aykut Kocaman'ın şu muhteşem platformda en azından altı büyük maçta takımın başında durması olasılığı var. Şampiyonlar Ligi'nin kameralarının O'na çevrilip birkaç saniye durma olasılığı var. Şu bizim çocuk Aykut yahu, babalarımızı, abilerimizi sokaklara döken. Sonra Alex'in göğsünü parçalayacakmış gibi yumruk atma olasılığı var yine. Kuyt'ın kimse görmeden arka direğe süzülme olasılığı var. Sow'un parmaklarıyla yukarıyı gösterme olasılığı var.

Yukarıdaki yine önümüze koydu işte. Her şey sizin elinizde dedi. Yine o malum noktaya geldik. Ben de isterdim Spartak Moskova'nın liberolarına baskı yapmalıyız demeyi. Defanstan top kurmaya zorlamalıyız ama burada da atılan uzun toplara dikkat etmeliyiz diyebilmeyi. Ya da ofansif beklerini rahatsız etmezsek yine bolca bindireceklerini söylemeyi. Hocam ne olur Sow oynasın, Cristian'ı koyma oraya diyebilmeyi. Aslında dün öyle taktiksel bir yazı da planlamıştım ama şuraya oturunca yine diğer kimliğe büründük. Demek değil ki yazdığım şeyleri istemiyorum. Benim ne istediğim de kimin umrunda ve ne önemi var?

Kim oynuyorsa oynasın. Şu maça 'gerçekten' bütün olarak çıkalım. Taraftar çılgın atsın, takım hakikaten ön alanda bassın. Hani, ''Ulan takım ne istiyor be!'' deyip gururlanalım. Gerisi gelecek arkadaş. Öyle ya da böyle gelecek. Biz sabahtan beri dua edip, maçı kafamızda oynatıyoruz işte. Elden gelen bu kadar.

Hak ettiğiniz yere ulaşın, her şey sizin elinizde. Yazının sonuna, İlker Abi'nin paylaştığı ve bugüne böyle gaz halinde başlamamı sağlayan malum videoyla bitiriyorum : http://www.youtube.com/watch?v=R9CD7uj2TL0&feature=youtu.be

Alın gelin turu ulan!

Nostaljik Goller #3 | Haim Revivo




Tarih: 22 Ağustos 2001

Glasgow'da oynanan ilk maç 0-0 bitmiş, Fenerbahçe sahaya 5 yıllık Şampiyonlar Ligi hasretini dindirmek için çıkmıştı. Dakikalar 4'ü gösterdiğinde sahneye o sezonun 10 numarası Haim Revivo çıkıyor ve harika bir frikik golüyle "turun kapısını aralıyordu".

Bugün buraya konulabilecek en anlamlı nostaljik gollerden biri olsa gerek bu gol, gerek Şampiyonlar Ligi'ne duyulan hasret gerekse o maçtaki heyecanımıza eş değer bir heyecan içerisinde oluşumuz her şart benzer. Tek fark bir çoğumuzun bu akşam oynanacak S.Moskova maçını "tarihimizin en önemli maçı" olarak nitelendirmesi. Benim şüphem yok, kafamdaki tek soru işareti bugün "Haim Revivo kim olur?"

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Düşman Aramayın, İçimizde Mevcut.


Doksanda doğdum, futbola merak sardığımda Aykut Kocaman vardı. Kim ne yaptı da böyle çok konuşuluyor bilemiyordum. Benim için tek bir gösterge vardı; babam konuşuyorsa benim için de çok iyi futbolcudur. Sonuçta altı yaşında beni köşeye sıkıştırıp Fenerbahçe'nin tüm marşlarını zorla ezberleten bir adamdan bahsediyoruz. Babam o yıllarda sürekli Aykut konuşurdu, Rıdvan konuşurdu. Bir de ayrı bir takıntısı olarak Sarı Tarık vardı. ''O herif büyük topçu olacaktı, yazık oldu'' derdi hep.

Sonrasında gelen İstanbulspor döneminde maçların hepsini hüzünle izledik resmen. O hüzün benim içime de işlemiş olacak ki Aykut Hoca teknik direktörlüğe başladığında da takip etmeye başladım. Ankaraspor dönemi oynatmayı başardığı futbolun herkes tarafından konuşulması beni de çok mutlu etmişti. İnternet çağı, ulaşılabilir bir sürü bilgi derken Aykut Kocaman gecikmiş olarak çocukluk dönemimin gerçek kahramanı oldu. Sonrasında olabilecek en iyi şey oldu ve başımıza geçti. İlk geldiği günden beri destekledim, desteğimi de asla geri çekmeyeceğim. Ben kör bir adam değilim. Yanlışlarını, yaptıklarını ve yapmaya çalıştıklarını görüyorum. Evet, şu sıralar iyi gitmediği de doğru. Burayı son kısıma bırakıp işin Alex boyutuna geçiyorum.

Alex geldiği dönemlerde Fenerbahçe sevdası tam olarak aşılanmıştı bana. Her yaptığını, her başarısını tam olarak hatırlayabildiğimiz, tamamına kendimiz tanık olduğumuz hatıraların en büyük kahramanı. Ne kadar karamsarlığa düşersek düşelim 'Alex var be oğlum' diye biten konuşmaların mimarı. Dünya üzerinde 'zeka' konusunda tanıdığım her futbolcuyla yarışabilecek bir adam. Alex garip bir adam. Herkes tarafından ergenliğin ve fanatizmin en yüksek seviyelerde yaşandığı okullara boynumuz bükük gitmemeyi öğretti bize. Bu seneler içerisinde derbiler konusunda inanılmaz bir başarı yakaladıysak, hepsinin altında bu adamın imzası vardı. Yalnız bunun için bile sevilir Alex.

Tabii bir sürü daha neden mevcut. Çeyrek final gördüğümüz sezon göğsünü patlatırcasına vurduğu yumruk, genç oyunculara verdiği inanılmaz değer, futbolun ne kadar basit bir oyun olduğunu anlatma çabaları, ''Kanarya!'' diye bağırışı.. Düşününce, Alex bizim diye şükrettiğim kadar sahip olduğum hiçbir şeye şükretmediğimi anlıyorum. Duvarıma astığım tek formada O'nun ismi var. O derece özeldir benim için. İsterse bize hakaretler ederek ayrılsın bizden, ben çocuklarıma O'nu anlatacağım. Başka bu kadar büyüğü yok çünkü.

Sonra bu iki efsane kesişiyor bir gün. Masal gibi. Diyorsun ki; beraber kupa kaldırma olasıkları var ulan. Başarının temsili var ve bunun bir tarafında Alex, diğer tarafında Aykut Kocaman. Sonra ilk günden itibaren bir soğukluk oluyor. Ufak haberler, tartışmalar derken konuyu kapatıp yaşıyorsun. Başarılar da geliyor tabii. Bir şampiyonluk, bir tane de hiç unutulmayacak ikincilik. Gurur duyuyorsun ikisiyle de.

En sonunda bir sabah Alex'in twitter üzerinden, ''Aykut Hoca beni kıskanıyor'' kıvamında bir şey yazdığını öğreniyorsun. İnanmıyorsun tabii ama lisana hakim adamlar da doğruluyor. Alex'in tweeti silmesi de kaymağı.

Anlayamıyorum. Tepki vermenin yeri burası mı? Oturup konuşamayacak kadar büyük sorunlarınız mı var? Varsa nedir? Alex bunu binlerce kişinin okuyacağını bilerek neden yapıyor?

Bir sürü soru ve sonuç olarak kopmuş gözüken bir yol var. ''Herkes eşittir ama bazıları daha eşittir'' felsefesini kendime hiçbir zaman yediremediğim için bu olayda da aksini düşünemem. Alex'in yaptığı şey çok yanlış. Tıpkı üç sene önce şampiyonluğa giderken takımın kaptanlarından Semih'in çıkıp sözleşme konusunda TFF'ye başvurması kadar saçma. Bu olayı Sezer, Orhan ya da Recep yapsaydı ve başımızda şu sıralar sorgulanmayan bir adam olsaydı hepiniz yargıç kesilecek, bizim futbolcuları çoktan gönderecektiniz. Taraftarlık bu değil. Aykut Kocaman'ın da arkasında duracaksınız o zaman. Haksız olana haksız diyebileceksiniz. Bu sizin en büyük kahramanınız da olsa. En azından ben böyle öğrendim hep.

Şimdi biliyorum ki bu noktalara gelen olaylar asla eskisi gibi olmaz. Alex gidecek, hem de bizi mahvedip gidecek. Ben bir sene önce Alex'in futbolu bırakacağını düşünemeyen adamdım. Şimdi gelinen nokta bu yüzden çok acı verici. Alex takıma dönecektir, yine oynayacaktır ama her yedek kaldığında Aykut Hoca'nın kamburu olacaktır. Aykut Hoca zaten sıkıntılı bir dönem geçiriyor, yukarıda da bahsettim. Taktik konusunda bir oturmamışlık, transfer konusunda bazı yanlışlıklar var.

Ben ikisinin de sonuna kadar yanında olmanın yemini vererek ve üzülerek söylüyorum ki : İkisi de gidecek çok yakın zamanda. Güzel bir masaldı ve bitti diyeceğiz. Yeni gelen teknik direktörü Twitter üzerinden astığınızda biz, ''Biraz daha sabır'' diyeceğiz. Sonrasında hakaret boyutuna geçtiğinizde gördüğümüz yanlışları bile yazmaktan çekineceğiz çünkü eleştirmeyi bilmiyorsunuz. Sizin işiniz adam asmak, yapıyı bozmak. Fenerbahçe'nin en büyük düşmanları Fenerbahçe'nin yeni yetme ve hiçbir şeyden haberi olmayan taraftarlarıdır. Bunu bir kez daha görmenin üzüntüsüyle bu yazıyı noktalıyorum. Sıkmayın canınızı, emeliniz bir adım uzaklıkta.

17 Ağustos 2012 Cuma

Oyuncu Tanıtımları #8 | Özer Hurmacı


Özer Hurmacı son yıllar içerisinde takıma gelip beni en çok heyecanlandıran isimdi. Yalan söylemenin, gizlemenin bir manası yok. Kendimce ligi takip ederim, kim nerede ne yapmış bilirim. Özer normal seviyede bir oyuncu gibi gelmiyordu gözüme. O senelerde kimi alalım diye sorsalar tek cevap verirdim. Geldiğinde de çok sevindim, umutlandım.

Özer'in son geldiği noktayı bir tek sakatlıklara bağlamak olmaz. İlk dönemlerinde de o bildiğimiz Özer yoktu. Küçük kulüplerden büyük takımlara gelmenin bir eşiği var, lafım yok ama bu kadar büyük olmamalı. Özer Ankaraspor'da gerekirse kanatta bile kullanılan bir adamdı. Bence Fenerbahçe'nin yaptığı en büyük yanlış da buydu ama bu ayrıntı bazı şeyleri anlatıyor. Özer çok hızlı olmasa da hızı olan bir adamdı. Topla gittiğinde sakatmış gibi giden bir adam değildi. Top ayağında biraz kaba bir tabirle 'akıyordu'. Ara pasları ise oyununun en etkili yanıydı. Ciddi şekilde ölümcül paslar attığına bir çok kez tanık oldum. Defansı ters ayakta yakalatma işinde ustaydı.

Peki Özer'e ne oldu? İlk geldiği andan itibaren bir tutukluk vardı üzerinde. Zaten adamı direk kanatta kullanmaya başladık. Orta sahada oynaması aylarını aldı, onu da iyi değerlendiremedi. Kanatta oynarken de topu sürmesinde bile bir güvensizlik vardı. Sanki daima topu kaptıracak gibi, anlatılacak bir duygu değil bu. Topla ilerlemeyi bırak, topa hakim bile olamıyordu. Bir kaç ara pasının dağlara taşlara gittiğini ve aklımda kalan tek olumlu hareketinin bilmem hangi maçta Alex'e attığı ara pası olduğunu hatırlıyorum şu an.

Yani malum eşik midir problem yoksa başka bir şey mi bilemiyorum ama Özer bildiğimiz Özer olamadı hiç. Daum ile şampiyonluğu son hafta kaçırdığımız sene son maçlarda bir toparlanma gösterdi hakkını yemeyelim. Özellikle içerideki Eskişehir maçında çok iyi bir performans göstermişti. Demek ki sabretmek lazımmış demiştim ama hayatın en büyük kuralını unutmuşum. Olmayınca olmuyormuş.

Sonrasında gelen sakatlıklar, taraftarla arasının açılması derken Özer bitme noktasına geldi. Ayağında platin vidayla bir çok maça çıktı. Bunlar kolay işler değil ama dediğim gibi hep bir tutukluk vardı üzerinde. Sonrasında gelen talihsiz olaylar da artık toparlanılamaz bir hale getirdi. Böyle şeyler oluyor bazen. Ne olduğunu, ne bittiğini anlamadan dibe vuruyorsunuz. Hayat bunu yapmayı sever, bu bizim seçeceğimiz bir şey değil ama sonrasında toparlanabilmek önemli olandır.

Özer'in toparlanabilme olasılığı var mıdır? Yine klasik bir kural : Olmayacak şey yoktur. Bunun Fenerbahçe'de olmayacağı da aşikardır.

Özer'in artık yeni bir kariyere başlamasına ihtiyacı var. Kendisi 'genç' sıfatını yitirdi. 'Yetenekli' sıfatını da zihinlerden sildi. Var olduğunu bildiğiniz şeyleri unutmak kötüdür. Özer'in bunu yaşadığını düşünüyorum.

Her şeye rağmen yeteneği çoğu futbolcuyla kıyaslanamayacak kadar iyi. Ben bunu biliyorum ama Özer'e inanamıyorum. Umarım yeni seneler Özer'e en azından ortalama bir kariyer sunar. Hiçbir özelliği bunu hak etmiyorsa bile yeteneği bunu hak ediyor.

Videolar çok şey anlatmaz ama şuraya bir bakmanızı öneriyorum. Yazık oldu : http://www.youtube.com/watch?v=3P5X4AV0yx0&fb_source=message

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Nostaljik Goller #2 | Deivid de Souza


Zico ile geçirdiğimiz efsane sezonun şüphesiz ki en unutulmaz gollerinden. Bu seride en fazla ekmeği oradan bulacağız zaten. Öyle güzel, öyle özel goller var ki.

Bu belki de en fazla umut verendi. Belki de en fazla, ''Bu sefer bir şeyler farklı herhalde'' diye düşündürendi.

O sene tarihimizin en yavaş futbolunu oynuyorduk. Şikayet edemiyorduk bile. Her futbolcu istediğini belli ediyordu, her futbolcu elindekinin hepsini veriyordu. En güzeli de biz hiçbir zaman maçı kaybedebileceğimizi düşünemiyorduk. Bir taraftar başka ne ister ki?

Çok güzel adamdın Deivid, yolun açık olsun.

14 Ağustos 2012 Salı

Oyuncu Tanıtımları #7 | Moussa Sow



Geçen sene Semih ve Bienvenu ile geçirilen sezonun ortalarında, 'artık böyle olmaz' diyerek yeni bir arayışa başlamıştık. Bu en güzel huylarımızdandır, bilirsiniz. Bir bölgemiz eksik olmazsa günümüz güzel, senemiz özel geçmiyor. Aranan ve bulunan isim, eskiden de adımızın birlikte anıldığı Sow olmuştu.

Liverpool ilgisini de duymayan olmamıştır. 'Ağabey, herifler yıllardır forvet öğütme makinesi olarak çalışıyorlar' mantığıyla oradan vazgeçme gibi bir durum olmadığını ve bizim neden bir adım önde olduğumuzu hepimiz biliyoruz. Öyle ya da böyle çok iyi bir ismi kadromuza kattık.

Peki sonra ne oldu? Sow Fenerbahçe formasıyla ligde çıktığı on maçta tam altı gol attı. Takıma alışma sürecini de içine katarsak eğer tatmin edici bir rakam olması gerekir diye düşünüyorum. Bir de Semih'in geçen sene yirmi beş maçta üç gol attığını ekleyeyim, belki bir şeyler çağrıştırır. Sow şüphesiz ki topu sırtında alıp gezmeyi seven bir adam değil. Bunları da yapıyor ama asıl işi bu değil. İşte tam da burada sürekli olduğu gibi, ''Bizim oyun sistemimiz tam olarak ne? Ya da ne olmalı?'' sorusu akla geliyor.

Bu soruların geneli de ayrı bir yazı konusu ediyor.. Yapılan transferlerin hepsi çok çok iyi. ''Peki sistemimiz için iyi mi? Biz ne oynamaya çalışıyoruz? Orta sahamız ve hatta defansımız oynamaya çalıştığımız şey için uygun mu? Kanatlarımız sanki başka bir oyunun kilit oyuncuları gibi değil mi?'' Bu ve bunun gibi çok soru var kafamda. Sormaya korkuyoruz, ne yapalım?

Konuyu dağıtmadan Sow'a geri dönelim. Sow bunun sonrasında malum sakatlığı yaşadı ve asıl katkı vermesi için alınan kısımda katkı alamadık. Tatile de o şekilde girdi. Malum linç süresi de hazırlık kampının başlangıcıyla başladı. Oruç şüphesiz ki o idmanı yapan bünye için çok zor. Orası ayrı konu ama Sow birden formsuz ve kötü futbolcu oluverdi. Basın ilk kıvılcımı attı. Bizim taraftarımız kıvılcımları çok sever, hiç dayanamaz. Birden ortalık mahşer alanına döndü. Sow öyle formsuz, Sow böyle çok oruç tutuyor derken Sow'u silip Gomis'i bile aldık.

Ben oturduğum yerden bunları izlerken, ''Ulan ne oluyor be!?'' diyebildim sadece. Bu adam ne emeklerle getirildi? Gelene kadar kimse inanamadı. Oynadığı ilk maçlarda gösterdiği performans ortada. Gomis kim yahu? İşin sistem tarafına gireceksek eğer, Gomis belki daha uygun olabilir. Sadece futbolcu profili açısından konuşuyorum. Twitter'da da paylaştığım gibi : Sow Gomis'i beşle çarpar, üzerine de Galatasaray'a attığı golü atar. Geçiniz.

Sonrasında kulüpten gelen açıklama, Sow'un kendi Twitter hesabından yaptığı doğrulamalar derken içimiz rahatladı. En azından benim içim rahatladı yani. Bu adam böyle kolay harcanamaz, harcanmamalı.

Ayrıca Selçuk Yula Galatasaray maçından önce bir açıklama yaptı. Sow tatile sakat gitmiş ve çalışamamış da. Aldığı fazla kilolarla dönmüş. Henüz takım ile oynamaya hazır değil, kadroda olacak tarzında açıklamalar yaptı. Alex'in olmadığı maçlarda -ki bunlar artacak gibi duruyor- Kuyt - Sow ikilisi efsane işler yapar, şimdiden yazın bir köşeye.

Çok fazla sulandırmadan, bizim taraftarı da uyandırmadan bu konunun kapanması çok güzel oldu. Sow formunu bulsun, o kadroya yazılacak ilk adamlardandır. Daha fazla ''Alhamdoullillah Victoire!'' yazısı görmek istiyorum. Yanındayız, güveniyoruz..

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Galatasaray: 3 - Fenerbahçe: 2 | Bir Garip Maç Yazısı


Uzun uzun ele alacaktım maçı, ilk fikrim oydu ta ki bu fotoğrafı görene kadar. Orta sahadan bahsederim diyordum, defanstan topla çıkmanın elimizdeki stoperlerle bir hayal olduğunu söylemeyi düşünüyordum, Mehmet Topal'ın "sıradan" görüntüsüne dem vurmayı planlıyordum vs... Ama vazgeçtim.

Dün sahada Engin diye bir adam vardı, net konuşayım sevmem. Bir insan hakkında kolay kolay "sevmem" demem ama söz konusu futbol olunca ne yazık ki bunu daha kolay söyleyebiliyoruz, söyletiyorlar. Engin'i sevmeyişimin sebebi çok iyi bir futbolcu oluşu, çok başarılı oluşu falan değil ama keşke öyle olsaydı. Gerçi öyle bir huyum olsa Selçuk gibi bir "maestro"dan nefret ederdim, aksine Selçuk'u da severim. Hatta yine net konuşayım şu ligde Fernandes ile beraber kıskandığım tek adam odur. 

Bu fotoğrafı görünce bir farklı oldum. Çok yoruldum ben, futbol beni çok yormaya başladı. Ben futbolcu değilim, başka bir şehirden takımını destekleyen bir taraftarım. Yani yorulmaması gereken bir taraftarım. Ben neden yoruldum? Tek ben yorulmamışımdır, bu yüzden beni anlayan insan sayısının çok oluşundan eminim. Daha fazla açıklamayacağım.

Emre'nin eksikliğini çok çekiyoruz ya, evet ben de "gitsin" diyenlerdendim. Çünkü ben, benim takımımın karakterini Emre üzerine değil Alex üzerine kurmuş bir adamım. Bu sebeple Alex'e nedense tapan insanların onun saha dışında söylediklerini duymuyormuş gibi davranmasını da anlamıyorum.

Engin gibiler bu sahalardan, "holigan" olanlardan tribünlerden silinsin istiyorum. En yakın arkadaşlarımla hırsla değil, zevkle futbol konuşmak istiyorum, yeniden... Çok şey istemiyorum, eski günlerimi istiyorum ve herkesten biraz anlayış bekliyorum. Değmez mi?

Maç yazısı ve serzeniş karışık oldu, madem maç yazısı niyetiyle başladık Alex'in karakterinden bahsettik, onun da bir sözüyle bitireyim:

"Ne zaman kaybetsem, kazananı tebrik ederim; çünkü kazandıysa, bizden iyi işler yapmıştır." 

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Oyuncu Tanıtımları #6 | Joseph Yobo


Mehmet Topuz'un Yabo dayısı, Joseph Yobo. Geçen sene olduğu gibi gelişi yine papatya falına döndü, bir gelecek bir gelmeyecek. Hatta bir ara alternatif durumuna bile düştü bu bir gerçek ama yöneldiğimiz diğer oyunculardan bir sonuç alamayınca elde var olan isim olarak gittik ve onu aldık.

Aykut Kocaman fazla risk almayı sevmeyen bir teknik direktör, stoper mevkii de risk kabul etmeyen bir bölge olduğu için bence hoca için takıma tekrar Yobo'nun katılması bir sorun değil, aksine çok memnundur. Zira benim de en başından beri görüşüm takıma Yobo'nun yerine yeni bir yabancı gelmeyeceği, onun takımda kalacağı yönündeydi. Aslına bakılırsa tanıdık, ne yaptığını-ne ettiğini bildiğimiz bir adam oluşundan ciddi manada risksiz ve güzel bir hamle Yobo. Tek kafaları karıştıran yaşı ama bunun da fiziksel olarak bir problem teşkil etmediği sürece -ki şu an itibariyle etmiyor- pek bir önemi yok.

Peki Yobo'yu hoca için değerli kılan ne? Yobo fizikli bir stoper olmasına rağmen diri oluşunun da getirdiği etkiyle fiziğinin aksine atik bir oyuncu. Hantal olduğunu söylersek ona haksızlık ederiz. Bu atikliği sayesinde de defansta ikinci toplara müdahale şansı buluyor. 

Diğer önemli özelliği ki bence en önemli özelliği de bu, Yobo tek hamleli bir stoper değil. Mesela Lugano böyle bir adamdı. Yobo, Edu-Lugano defans hattının Edu'su yani. Bu özelliği sayesinde geçilmesi güç bir stoper oluyor, tabii karşısında Emenike gibi insan üstü bir forvet bulunca o da kolaylıkla dağılabiliyor.

Kademesi iyi. 2 senedir onu hep sol stoper izlediğimiz için bir çok kere önceki sezon Santos'un, geçen sezon Ziegler'in kademesini yaptığını sıkça gördük. Bu pozisyonlarda da hiç macera aramıyor, girdiği kademede topu taca atıyor. Yani risk almadan, temiz oynuyor.

Egemen yazısında da belirttiğim gibi bu sene defans hattı çok büyük bir sürpriz olmazsa Egemen-Yobo ikilisiyle oluşacak, akıllara burada hangisi sol stoper oynayacak sorusu geliyor. Çok net söyleyebilirim ki bunun cevabı Yobo. Hoca orada ondan vazgeçmeyecektir.

Yobo transferinde beni rahatsız eden tek durum taraftarın onu "pek" hoşnut karşılamaması. Daha iyi, daha genç bir adam alınabileceği yönünde bir beklenti oluşmuştu, eyvallah. Daha genç, daha iyi bir stoper için ödenecek meblağ hayli ciddi oluyor, bunu da hesaba katmamız lazım. Ayrıca Yobo dediğimiz adam milli takımının kaptanı ve gerek İngiltere'de gerek ülkemizde kendini kanıtlamış bir adam. Biraz ona bu açıdan haksızlık edildiğini düşünüyorum. Benim güvenim tam.

Son paragrafı Yabo dayı olayına ayıralım. Mehmet Topuz takımın ciddi manada kaynatan adamı, neşesi. Gerek onun Yobo'ya yaklaşımı gerek gördüğümüz üzere takımdaki diğer isimlerin ona yaklaşımı Yobo'nun takım içinde ne kadar sevildiğinin bir göstergesi, bu da önemli.

Haydi Yabo dayı "sıkhıştırıyoruz".

10 Ağustos 2012 Cuma

Oyuncu Tanıtımları #5 | Mehmet Topal



Geldik beş numaraya. Beş numara benim için çok şey ifade ediyor, en azından bu sene için. Yıllardır kendi çabalarıyla bu sporu takip eden bir adamım, Fenerbahçe hayatımın çok büyük bir kısmını kapsıyor. Bu yüzden de bazı ayrıntılar çok canımı sıkıyor. Beş numara da öyle. Emre'ye en fazla şans veren adam bendim belki de. Sonuna kadar savundum, bekledim ama olmadı. Yaptığı çok yanlış vardı, gitmesi hayırlısı oldu. Eyvallah. Peki Emre yerine kim geldi? Mehmet Topal. Emre ile alakası var mı? Biraz bundan biraz da Mehmet Topal'dan bahsedeceğim.

Öncelikle Mehmet Topal'ın nasıl bir adam olduğunu hatırlayalım. Ne konusunda bize yardımcı olacak onları konuşalım. Yani kısacası O'ndan ne beklediğimizi bilelim.

Mehmet Valenci'da izlediğimiz kadarıyla pas konusunda kendini gayet geliştirmiş ve daha akıcı oynamaya çalışan bir adam. Defansif yönü ise Cristian'da olmayan, bizim görmek istediğimiz şekilde mevcut. Yani bir nevi vurup kıran ve istediğini alan bir adam. Bir kere uzun boylu, kalıbı iyi. Viera'dan beri bu tip adamlara sempati duymuşumdur. Ön libero dediğin, ''Ben buradayım'' diye bağıracak. Cesaretli olacak. İşte bu gibi özellikleriyle bize çok şey katacaktır.

Bunun dışında, hazırlık maçlarında gözlemlediğim şey Mehmet Topal'ın defans ikilisinin ortasına kaydığı ve beklerimizin orta sahanın sağı ve solu olacak şekilde açıldığıydı. Bunu kesinlikle hoca böyle istiyor. Mehmet Topal'ın bilerek oraya gireceğini sanmıyorum. Bunun bize getirecekleri ne olacak onu da pek kestiremiyorum. Mehmet Valenci'da birazcık daha ileride, defansa gömülmeden oynuyordu. Dediğim gibi pas güvenini ve kabiliyetini de arttırdı. Ben o rolde oynamasını tercih ederdim ama Aykut Hoca böyle istiyorsa, tabii ki böyle olacak.

İşte benim kafamdaki soru işareti de burada başlıyor. Sene başında Mehmet'in gelmesi beni çok sevindirmişti. Selçuk'un veremediği şeyleri verecek bir defansif orta sahamız olmuştu. Emre yerine gelecek yabancıyla da harika bir ikili elde edebilirdik. Peki ne oldu da bu görüşten vazgeçildi? Canımı sıkan nokta burası. Cristian bize o malum devamlılığı veremeyecek, bu belli. Mehmet Topuz ortada kullanılacak deniyor ama adam bize geldiğinden beri üç ya da dört kez orada düşünüldü. Salih? Hiç sanmıyorum.

Bu ve bunun gibi sonuçlar neticesinde : Sene başında sorulsaydı Mehmet Topal en önemli transferlerimizden birisi diyebilirdim ama açıkcası şu an bana çok çok fazla bir şey ifade etmiyor. Yanında tamamlayıcısı olacak adam gelmediği sürece de verebileceği katkı maksimuma çıkmayacaktır. Eminim ki; orta sahasız başlanacak bir sezon devre arasında yeni transfer harekatına gebe olacaktır. Yine eminim ki; Mehmet Topal orta sahadaki bu eksiklikler içerisinde taraftarın hedef tahtalarından biri haline gelecektir. Umarım ben yanılırım. Olumlu düşünmeye devam edecek olursak : Belki de takım oraya hala daha transfer düşünüyordur.

Her sezon başı 'bir bölgesi eksik olmazsa ölecek' hastalığına tutulmaktan ben sıkıldım. Bu işin neresinden tutarsam tutayım elimde kalıyor. Sonuç olarak, hücum gücü yüksek ve takımda büyük bir rol alan oyuncunu göndermişsin. Gelen tek orta saha ise -Salih'i saymazsak- defansif yetenekleri gayet yüksek olan, demin bahsettiğimiz tarzda bir adamın partneri olabilecek yegane isimlerden. Bu denkleme neresinden bakarsam bakayım çözemiyorum. Giden bir iyi ve gelen bir iyi var ama iyiler aynı iyiler değil.

9 Ağustos 2012 Perşembe

Oyuncu Tanıtımları #4 | Bekir İrtegün


Büyük umutlarla gelen, hatta Fenerbahçe'nin Pique'si olur denilen Serdar'ın geçen seneki sakatlık-formsuzluk problemleri yaşadığı günlerde taraftarın canını sıkan sorunu açıkça söylemek gerekirse "sürpriz" performansıyla çözen adam. Güzel adam.

Bekir için konuşulacak onca şey var, bir kaçına değineceğiz ama öncelikle söylenmesi gereken şey Bekir'in güzel adam olduğudur. Bunu öylesine söylemiyorum, bizi az çok tanıyanlar Twitter'dan yaptığımız "güzel adam" benzetmelerini, kimlere bu benzetmeyi yakıştırdığımızı bilirler. Bu adam sanki bizden biri, takım otobüsünde o her zaman yüzünde yer alan mütevazı ifadesiyle muhabbetlere katılan sanki o değil benim, biziz. Performans, yeterlilik ölçütlerini bir tarafa koyacak olursak ben Bekir gibi bir adamın bu kulüpte futbolu bırakmasını isterim, onun adamlığını çocuklarıma anlatmak isterim. Umarım dilediğimiz gibi de olur ve Bekir futbolu burada bırakır.

Güzel adam oluşunu bir yana koyalım ve tekrar geçen seneye dönelim. Bekir'in temel özellikleri ne diye bakacak olursak, diri, fiziğini iyi kullanan, kötü ayaklara sahip, lider karakterli bir adam. Bunları toparlayalım, tersten başlayalım. 

Lider karakterli bir adam oluşu çok kritik, bunu G.Antepspor kaptanıyken mi kazandı yoksa doğuştan mı sahip bilemiyorum ama stoperler için çok mühim bir özellik. Bekir'in geçen sezon bizlere gösterdiği sürpriz performansın temel etkeni de işte tam olarak bu özelliğiydi. Mental olarak güçlü bir adam Bekir, -yıllarca eleştirilmesine rağmen böylesine bir dönüşten de bunu anlayabiliriz- takımın geçen sene geçirdiği o zor günlerde Volkan'la beraber ayakta kalan futbolcuların en önde gelenlerindendi. Yani onun liderlik vasıfları bu kötü günde ortaya çıkarak hem ona yarar getirdi hem bize.

Fiziğini iyi kullanır dedik, bunun en çarpıcı örneğini geçen sezon play-off da TT Arena'da oynanan Galatasaray maçında gördük. Elmander ile neredeyse akraba oluyorlardı ve onu ciddi manada yıldırdı. O maçın efsanevi performansını gösteren sadece Volkan değildi, bir de Bekir vardı. Eğer günündeyse bu özelliğiyle adam adama markajda rakip forveti ciddi manada hayattan bıktırabilir. Diri bir vücuda sahip oluşu ise ağır oluşunu bir nevi hafifletiyor, tam manada olmasa da.

Kötü ayaklara sahip, en büyük dezavantajı bu. Ortalama 3-4 maçta bir Bekir'in topla çıkıyorken yaptığı ciddi bir pas hatasına, -golle sonuçlanmasına gerek yok- ya da ıska geçtiği bir topa rastlayabilirsiniz. Bu özelliğini bu saatten sonra düzeltmek çok da mümkün değil, genç bir oyuncu değil. Burada yapılması gereken illa defanstan topla çıkılacaksa Bekir'e daha az rol verilmesi. Müdahale konusunda ise yapılabilecek hiçbir şey yok, tamamen spontane gelişen bir şey. Zaten ıskaları, pas hataları kadar çok değil.

Netice olarak Bekir inanılmaz özverili, iyi niyetli ve elinden gelen her şeyi ciddi manada fazlasıyla sahaya koyan bir adam. Geçen sezon yaptığı atılım, kendi geliştirişi ise son yıllarda görmediğim kadar takdire şayan bir olay. Ama yine de bu bir gerçek ki şu an mevcut stoperler arasında Bekir, 3. stoper tercihidir, öyle de olmalıdır. Sağ bek oynayıp muhtemelen kendi ve bizim kafayı yediğimiz günlerden sonra Bekir'in 3. stoper tercihi oluşunun onun için sorun yaratacağını da düşünmüyorum zaten. Çünkü o, "yedek kalmayı sorun etmeyen adam"ın bizim takımdaki sureti.

Son olarak, tekrar; güzel adam Bekir İrtegün...

Vaslui: 1 - Fenerbahçe: 4 | Biraz Daha Sabır



Bütün hafta kafamızda taktikler kurduk, maçlar oynattık derken kendi elimizde, gereksiz yere heyecan yarattığımız tur dün nihayete kavuştu. Gereğinden fazla zor oldu, gereğinden fazla gerildik ama turu atlamak güzel diyerek yazıya başlayalım.

Maça kadro kalitemizin ve üstünlüğümüzün hakkını vererek başlamak çok sevindiriciydi. Özellikle Caner'in ve Mehmet'in gayretli oyunları ''Bu iş olacak galiba'' diye düşünmemize yardımcı oldu. Vaslui bizi tamamen kendi yarı sahasında kabul ederek güzel bir hataya imza attı. Önde çok fazla baskı ve direnç göremedik. Bu sayede orta sahayı çok kolay geçtik, en büyük eksikliğimiz giderilince ileride neler yapabildiğimi görme şansımız da doğdu. Takım gayet iyi organizasyonlarla iki üç tane pozisyon yakaladı ve sonuçta Gökhan'ı eleştirdiğim günün akşamı Gökhan'dan gayet güzel bir ortayla golü bulduk. Caner'in bulunduğu yer, yaptığı kafa da gayet güzeldi.

''Hadi yaslanmayalım bari'' cümlemize noktayı koyamadan klasik ülke takımı golünü yememiz tabii ki gecikmedi. Bekir'in yaptığı hamle tehlikeliydi. Ters bir vuruşta kaleye gidebilirdi ama orada o topu sektirmeyeceksin. Sektirdiysen de arkadaki bek o topu sektirmeyecek. İkisi de sektirdiler ve olabilecek tek senaryo gerçekleşti. Rahat bir maç izlemeyi ummuyorduk ama kendi imkanlarımızla avantajı yakalar yakalamaz büyük takım gibi davranamadık.

Aykut Hoca'nın dediğine katılıyorum. Bu sinir bozucu beraberlik golü ve penaltı sonrası kalkabilmek büyük takım refleksiydi ama kendimize yeni sınavlar yaratmak akıllıca bir şey gibi gelmiyor. ''Hadi bakalım büyük takım olabildik mi?'' tadında sınavları zaten biz oluşturuyoruz. Sen başarı istiyorsan öyle bir gol yeme şansın yok, olmamalı. Takımın doksan dakika bastıracak, boğacak gücü olmadığını biliyorum. Bu yüzden düşüş normal. İşte o arada, düşüş başlayana kadar golü yemeyerek topa hakim olmayı başarabilseydik her şey çok daha kolay olabilirdi. Sonrasında Vaslui baskısı, takımın saçmalaması derken penaltı oldu.

Maçı izleyen herkes gol olmayacağını anlamıştır sanırım. Öyle garip bir hava vardı. Atamayacağını, kaçıracağını biliyordum da o stresi yaşamamalıydık. Öncesindeki faul ve penaltı tartışılır ama konu bu değil. Volkan bir kez daha takıma ''Kalkın ulan ayağa!'' diye bağırma fırsatını geri tepmedi. Bu yüzden çok büyük kaleci.



Nihayetinde hedefimizin ne olduğu aklımıza gelmiş olacak ki toparlanmaya başladık. Ve yine Gökhan, ''Nereye top atacağına bakmıyor'' diye eleştirdiğimiz günün akşamı Kuyt'a attığı çok güzel bir pasla rahatladık. Gülerek izledim.. Kuyt'ın yaptığı yalancı koşu inanılmazdı. Vuruşuna falan girmiyorum bile. Sonrasında gelen 'arka direk golü' ise Kuyt'ın karakteri. Bu adam bu anlar için yaşıyor. O yüzden sağ kanata hakim edilmemeli diyoruz, o yüzden oynayacaksa da sağ forvet gibi oynasın diyoruz. Kuyt çok büyük bir adam, ders olarak okutulacak bir adam.

En son ise çok savunanlardan biri olarak kendimle gurur duymamı sağlayan güzel adam Sow'un harika golü geldi. Basının bariz şekilde başlattığı linç kampanyasının bitmesi demekti belki de bu gol. Sow'un ne olduğu, neler yapabildiğini hatırlayalım diyeydi bu gol. Sow çok kıymetli bir adam. Alex'in olmadığı dönemlerde Kuyt-Sow yapıldığında daha da şahlanacak bu adam, izleyelim, görelim.

Bölgeleri de ufakça değerlendirmek gerek diye düşünüyorum. Volkan'ın bazen başarısızlığın bir kaç mimarından biri olduğunu gördüm ama bir başarımız varsa hep en büyük öncülerinden oldu. Dün de böyle bir gündü işte. Fazla bir şey söylemeye gerek duymuyorum.

Defansımızda Egemen'in toparlandığını, kendi kimliğini bulduğunu görmek sevindirici. Bazı halleri inanılmaz şekilde Lugano'yu andırıyor, seviniyoruz. Bekir'in golde hatası vardı. Bazı pozisyonlarda da yine hatası vardı ama bu adama kızamıyorum. Çok büyük yüreği, çok büyük özverisi var. Gökhan yaptığı iki asistle sezona merhaba dedi, daha ne olsun? Eyvallah ama eski çevikliği yine yok. Omzunu çok sakınıyor. İnşallah bunları da atlatır, özellikle orta saha bu haldeyken geriden oyun kurmasına çok ihtiyacımız var. Hasan Ali'yi ben beğendim. Sosyal medyada niye beğenilmedi onu da anlamadım. Caner'in ilk yarı oluşturduğu boşlukları görmeyen herkes Hasan'a yüklenmiş. Anlam veremiyorum. Adam gayet iyiydi. Hamlelerin hiçbirini ıskalamadı. Hem bindirdi, hem geri koştu. Sezon içinde taraftarın yeni hedefinin kim olacağı az çok ortaya çıktı, kolay gelsin diyelim.

Orta saha kısmında Caner ve Topuz'un yer yer gayretleri önemliydi. Isırdılar, istediler. Caner, dediğim gibi belirli bölgelerde çok boşluk bıraktı. Normalde yaptığı şeyler değildir, sezon başına bağlıyorum. Caner bu sene çok daha fazla forma şansı bulacak gibi bir his var içimde. Selçuk çok güzel adam. Emek veren adam, sevilecek adam. Gereğinden faza eleştrilen adam. Attığı pas harikaydı. Bu adam bu, daha fazlasını beklemeyin. Azını hiçbir zaman vermez. Cristian konusunda hala daha aynı fikirdeyim. Temposu düşük, savunması vasatın altında. Asla iki yönlü bir orta saha değil. Hücumu çok üst seviyeye çıkabiliyor ama her zaman değil.



Alex diriydi. Çok fazla zorlamadı ama gerekeni yaptı. Seviyoruz. Kuyt kısmını fazlaca anlattım zira Sow kısmı da öyle. Alex'in dinlendirilmesi gereken zamanlar olacaktır. Sow - Kuyt ikilisi beni çok heyecanlandırdı. Denemekte fayda var.

Başlıkta da söylediğim gibi biraz daha sabır. Arkadaşlar arasında konuşurken şöyle bir bahis geçti, katılıyorum da : Aykut Hoca Fenerbahçe tarihinin en şanslı hocası olabilir. Öyle ama Aykut Hoca kendisine verilen şansı en iyi değerlendiren hoca da olabilir. Özellikle transfer kısmında. Kimler, nelere kaç para verdi dillendirmek istemiyorum. Böyle güzel bir kadroya orta saha takviyesi yapılmaması habeleri de iyice ortalıkta dolaşırken kendimce bir kez daha uyarıyorum. Vaslui ölçüt değildir, o orta saha her zaman o kadar kolay geçilmeyecek. Zaten o kısım geçildiği zaman takımın ileri bölgesinin neler yapabileceğinden kimsenin şüphesi yok. Asıl düğüm orası zaten. İnşallah bu yanlıştan dönülür diyerek takımın iyi yolda olduğunun altını bir kez daha çiziyorum.

Henüz ilk maçlar bunlar. Bu adamların inanç ve umuda ihtiyacı var. O da bizde bolca var. Güzel günlere..

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Oyuncu Tanıtımları #3 | Hasan Ali Kaldırım



Son yıllarda yetişen en istikrarlı yerli sol bekimizin orta açmayı otuz bir yaşından sonra öğrendiğini varsayarak konuşuyorum ki; Türkiye'de bek yetişmiyor, hele sol bek hiç yetişmiyor. Bu yüzdendir ki takımlar için istikrarlı ve biraz olsun standartları sağlayan türk bekler nimet gibi gözüküyor, haklılar da.

İşte Hasan Ali de bu yönden bakıldığında çok büyük bir nimet. İstikrar konusunda herhangi bir sıkıntısı yok, standartları da az çok karşılar diye düşünüp transferine makul oranda sevinmiştim. Hazırlık kampı fikirlerimi yeterince değiştirdi.

Hazırlık kampına bakılarak yorum yapılacak tek şey oyuncunun karakteri ve yapısı gibi geliyor bana. Bu yönden de Hasan Ali'yi inceleme fırsatı buldum. Beklediğimden bir gömlek üstte çıktı diyebilirim. Şüphesiz ki diğer takımların maçlarını da izliyoruz ama kendi maçlarımızı izlediğimiz gibi dikkatli değil. Şimdi anlıyorum ki Hasan Ali gayet ideal bek olabilecek bir adam. 

Öncelikle topa bomba muamelesi yapmıyor. Benim için bir bekte bulunması gereken ilk durum bu olmalı. İkincisi ise yeteri kadar bindirebilmesi ve orta yaparken düşünmesi. Gökhan'ı en çok bu konuda anlayamıyordum. İçeride tek adamımız varken dahi ilk önce ortayı düşünüyor, her zaman. Ya da içeriye doğru yönelip topla gitmeyi. Futbolcu biraz düşünmeli. Takımın halini, atak organizasyonu tartmalı ona göre karar vermeli. Hasan Ali yeteri kadar bindiriyor. Bindirmesinin yanında uygun zamanlarda paralel paslar da atıyor. Bu Ziegler'de de vardı. Bunların hepsi güzel işaretler, güven veren işaretler.

Ortalarının çok çok isabetli olduğu söylenemez ama beklediğim kadar hücum gücü düşük bir oyuncu değilmiş Hasan Ali. İstatistikleri de beni o yönde düşündürmeye itmişti. Çok fazla skora etki eden sayısı yok. Her maç oynamış neredeyse ama sayı çok az. Tabii ki Santos etkisi beklemiyoruz ama Ziegler katkısı ve üzerini verebilecek potansiyeli ben O'nda gördüm.

Benim görmem neyi değiştirir? Hiçbir şeyi. O çalışacak, O gösterecek bir şeyleri. İstanbul'da genç bir oyuncunun gelişememesi için gereken her şey var. Dünyanın düzeni bu. Gelişmeye biraz olsun üşenen adam için mantıklı gelecek yüzlerce sebep bulabilirler ama asıl görevleri olan şeyin düzenli gitmesi için gereken şeylerin hepsi zor görevler. Kendini biraz kısıtlamayı, bolca yormayı gerektirecek şeyler. Bu yüzden işi, her umut bağlanan futbolu gibi kolay değil, kolay olmayacak da.

Nedense bana işin o ''gelişimi engelleyecek işler'' kısmına da çok girmeyecek gibi geliyor. Dışarıdan bakınca öyle bir güven verdi, ne olur bilinmez. Çalışkan bir adam, başarılı olmasını istediğim bir adam. Gökhan'a söyleniyoruz, konuşuyoruz ama O'nun o güzel karakterini yakalasın yeter. Ben Gökhan'a en berbat oynadığı dönemlerde bile kızamayan bir adam oldum hep çünkü oynadığı her an didindiğini görürsünüz. Kötü oynarsa kendinin de kahrolduğunu görürsünüz. Çünkü O'nu destekleyen adamlara yanlış yaptığını hisseder. İşte benim Hasan Ali'den yakalamasını beklediğim ilk özellik budur, gerisi gelecektir.

7 Ağustos 2012 Salı

Oyuncu Tanıtımları #2 | Egemen Korkmaz


Hırs. Egemen'i kime sorarsak soralım, tek kelimeyle anlat diyelim 10 kişiden 8'i onun için "hırs" kelimesini kullanır.

Egemen'i farklı kılan sadece sahaya yansıyan bu hırsı mı peki? Hayır. Egemen tam bir görev adamı, gözlerimi kaparım vazifemi yaparım adamı ve en önemlisi futbolu "iş" olarak gören bir adam. Bu yüzdendir ki Bursaspor, Trabzonspor, Beşiktaş, Fenerbahçe gibi art arda yapılması güç, yapılırsa da anlamlandırılamayacak bir kariyere sahip. Bu gittiği kulüp taraftarlarının hepsinde sevilmesi de ayrı bir parantez.

Bu yaz döneminde şu ana kadar yapılan transferlere baktığımızda taraftar açısından en popüler, en heyecan uyandıran transfer genel olarak Kuyt duruyor, bunu anlarım ama beni en heyecanlandıran transfer Egemen'in transferi olmuştu. Hatta kontratı imzalamadan bir gün öncesinde Galatasaray devreye girdi, Egemen onlara yakın gibi bir haber çıktığında hayli telaşlanmıştım, yalan yok. 

Neden Egemen beni en çok heyecanlandıran transfer peki? Fenerbahçeli olanların sabit bazı görüşleri vardır, eğer bir mevkiiye gelen oyuncuyu çok benimserlerse ondan sonra onun pozisyonuna gelecek olan oyuncunun da o tarzda olmasını ister. Gelmek istediğim yer tabii ki Lugano-Egemen ilişkisi. Lugano ve Egemen oyun tarzı olarak benzeseler de tabii ki ayrı iki stoper ama karakter olarak aynı. İkisi de hırslı, maç içinde kötü bile olsalar her şeylerini sahaya koyan adamlar. Böyle adamlar özel adamlardır, ateşleyici güçtür. Egemen'in onca büyük takım değiştirip her gittiği taraftar grubu tarafından çok sevilmesinin temel nedeni de zaten bu.

Aykut hoca bir gerçek ki geçen senenin, özellikle play-off da yıldızlaşan Bekir'i, Egemen'den sonra düşünüyor. Yobo'nun gelişiyle stoper hattı çok büyük bir sürpriz olmazsa Egemen-Yobo olarak oluşacak. Burada bir soru işareti bu iki isimin de sol stoper oluşu. Benim bu konu hakkında net görüşüm bu iki isim oynarken Egemen'in sağda oynayacağı yönünde. Yobo'nun forması daha garanti ve 2 yıldır sol stoper oynayan o, hoca böyle devam edecektir.

Egemen'in transferini ve Egemen'i çok detaylı konuşmak, onun ne derece katkı vereceğini tartışmak bence saçma olur. Onun sürpriz ve inişli çıkışlı performansları olmadığını biliyoruz. Geçen sene çok kötü bir sezon geçiren Beşiktaş için 54 maça çıkmış bir isim.

54 maç ciddi bir sayı, inanılmaz bir devamlılık. Sakatlık yok. Egemen bir röportajında sakatlanmamasının sırrını, "Antrenman sonrası soğuk-sıcak uygulaması var. Ben ayaklarımdan soğuk alınca hastalanacağımı düşünüyordum. Ersun hoca da ısrarla sakatlıktan korunmam için soğuk suya girmem gerektiğini söylüyor. Beni ikna etti hoca. Ve Ersun hocadan sonra hala bunu uyguluyorum. Belki çok küçük bir ayrıntı ama sakatlanmamak için çok önemli." sözleriyle açıklıyordu.

Önceki yazıda Eren'in bahsettiği Volkan'ın, yani efsanemiz olmasını dilediğimiz Volkan'ın Kartalspor'dan en yakın arkadaşı -bizim maçta yaptıklarından sonra Egemen'i korumuş, Egemen adamdır demişti- hatta oda arkadaşı olan Egemen de umarım Volkan gibi hatırlanacak bir futbolcu olarak hafızalarımızda kalır umarım.

5 Ağustos 2012 Pazar

Oyuncu Tanıtımları #1 | Volkan Demirel



Volkan Kartal'dan Fenerbahçe'ye geldiğinde herhangi bir transferden farklı değildi. Özellikle felaket saçları, fazla gözüken kiloları derken dışarıdan bakınca umut verdiği söylenemezdi. Malum Daum dönemine kadar da çıktığı hiçbir maçta iyi kaleci olacağı yönünde bir şey görememiştik. En azından ben görememiştim. Daum'un yıllarca unutulmayacak Volkan açıklamaları, Enke faciası derken rotasyonumuz nasıl olduysa Volkan - Recep'e kadar düştü. O dönemler benim açımdan kabus gibiydi. Recep'in Sergen'den yediği gol, Volkan'ın yediği ve tek seçeneğe indirilemeyecek kadar fazla olan golleri derken kaleye bakınca asla güven hissedemiyordum. Bir de liseden yakın bir arkadaşımın Volkan'ın kuzeni olduğunu öğrendim. O dönemler rahat rahat da kızamıyordum adama. Hep içimde kalmıştır.

Sonrasında Volkan'a neden güvendik, nasıl dayandık bilemiyorum ama bir kaleci ne kadar gelişebilirse o kadar gelişti. Önüne jöle kutusu atılan adam şimdi sayılı kalecilerden birisi oldu. Peki Volkan ne yaptı? Volkan'ın geldiği ilk günden itibaren büyük bir avantjı vardı zaten. Vücut yapısına göre olmayacak derecede atletikti. Eğer çalışırsa da o hantal halini atacağı belliydi. Yani işin ucu her türlü bizim futbolcularımızın eksik olduğu noktaya çıkıyordu : Kuvvet ve vücut çalışma. Alt yapılardan çıkan bütün adamlar çöp gibi. Bir tane kuvvetli, tuttuğunu koparan adam gelmiyor, gelemiyor. Volkan öncelikle bu işi iyi halleti. Zayıfladı. Zayıflarken de vücudunu kuvvetlendirdi. İlk senelerdeki fotoğraflarından sonra bu seneye dönüp bakarsanız vücudunun ne hale geldiğini rahatlıkla görebilirsiniz. Taraftarın tepkilerinden sonra onlara sataşmak yerine nasıl olduysa susup sırasını beklemeyi seçti. O dönemde Volkan'a kim akıl hocalığı yaptıysa hakkını vermek lazım.

Volkan belirli bir zamandan sonra kalede olabileceği imajını vermişti zaten ama bu sefer de daha büyük bir sorun çıktı ortaya. Maç içerisinde soğuk kaldığı zaman hiç kabul edilemeyecek goller yemeye başladı. Bu benim açımdan atlatılmış en büyük engeldir. Bir kaleci veya oyuncu bu mental eşiği aşabiliyorsa her şeyi başarır ki Volkan başardı. Bunda saç kesimi seçimindeki inanılmaz doğru hamlelerinin de etkisi olabilir, bilemiyorum. Malum Schalke maçından sonra o hataları seyrek görmeye başladık. O kadar bariz ve can yakan son hatası Sevilla maçındaydı ki penaltılarda neler yaptığını hiçbir zaman unutamam. İşte bu O'nun ne gibi bir gelişim gösterdiğini en iyi anlatan örnek olsa gerek. Arada Türkiye maçlarında hakim olamadığı sinir harpleri, Lincoln olayı ve son yaşanan fotoğraf çekme hadisesi de oldu. Volkan böyle bir adam. Onlarda da ilk geldiği andan itibaren gözle görülür bir düşüş var. Kariyerinin son senelerine doğru onlardan da eser kalmayacaktır eminim. Fakat bu sinir bağlamında değişmeyen bir tek şey olacak : Volkan gergin ortamlardan beslenen, daha da büyüyen bir kaleci. Arena, Avni Aker maçları hafızlaramızda taze duruyor.

Bu ve bunun gibi efsane performanslarla özellikle son iki senedir inanılmaz güven veren ve kazandığımız her başarıda büyük işlere imza atmış bir adam haline geldi. Takım otobüsü görüntülerinden de anlayacağımız üzere, takım içerisinde de çok seviliyor. Sevginin ötesinde fazla da saygı duyuluyor. İlk yarısına geride girdiğimiz ve kazandığımız bir maçın sonrasında neredeyse herkes Volkan'ın devre arasında yaptığı sert konuşmadan bahsetmişti.

Kötü yanları da var elbet. Ben hala daha karşı karşıya kaldığı pozisyonlarda çok fazla 'küçüldüğünü' düşünüyorum. Kapı gibi adam birden ellerini kollarını çok ufak bir alana yayarak atlıyor. Böyle yediği çok fazla gol var. Ciddi anlamda bunun üzerinde durması gerekiyor. Yan toplarda da bazı eksikleri var ama en çok geliştrdiği noktalardan biri de bu oldu sanırım.

Her şeyin ötesinde, her devrin unutulmayacak ve efsane olacak bir adama ihtiyacı vardır. Nasıl ki büyüklerimiz bize Lefter'i anlattı, nasıl ki babalarımız bize Aykut'u, Rıdvan'ı anlattı. Bizim dönemimizden bize kalan iki adam var. Birisi kaptan, birisi Volkan. Bu yüzden söylediği gibi Fenerbahçe forması altında futbolu bırakmasını istiyorum. Çocuklarımıza O'nun bu garip gelişimini ve nasıl bir Fenerbahçeli olduğunu anlatalım istiyorum. Erdal ile de konuştuk. Eğer Volkan da giderse Alex dışında anlatılacak tek adam Selçuk kalıyor. Eyvallah yüreği yeter ama yürek de bir yere kadar.

Hayatta ne olacağını bilemiyorsunuz. Belki ayrılmak zorunda kalır, belki başka bir şey ama ne olursa olsun şuradaki koşuşunu hep hatırlayacağım, yüreğine sağlık : http://www.youtube.com/watch?v=Tf8rNcjCKqg
--

Blogun artık iyiden iyiye aktif olmaya başlaması gerektiğini düşünüyoruz. Bu yüzden de bazı yazılar yazmaya başladık, yayınladık. Şimdi de daha düzenli bir yazı hayatı için bizce büyük bir adım atıyoruz. Fenerbahçe'nin her oyuncusunu tek tek tanıtmaya karar verdik. İlk önce sadece futbol olarak düşünsek de basketbol kısmına da girebileceğimizi belirtip fazla da umut vermek istemiyoruz. Bunun düzenli olacağı sözünü de daha bir sağlam vermiş olalım, takipte kalın.

2 Ağustos 2012 Perşembe

Fenerbahçe : 1 - Vaslui : 1 | Yanlışlar Aynı



Aylar geçti çubukluyu ciddi şekilde sahada görmeyeli. Benim gibi hazırlık maçlarını sevemeyen adamlar için eziyet aylarının bitmesi demektir ilk resmi maç. Kiminle olduğu, ne olduğu pek önemli değil, Fenerbahçe'ye kavuşacağız sonuçta.

Tabii bir de, geçen seneden kalan hevesin, yıkılan planların başladığı yere gitmek istiyoruz. Şampiyonlar Ligi herkes için güzel bir hayaldir. Müziğini hayal edip mutlu olunabilecek bir ortam, büyük bir sahne. Özellikle Zico'nun yaşattıklarından sonra bizim için içten bir hayal olmuştur hep, güzeldir. O yüzden de daha bir önemliydi maç.

Hazırlık maçlarını sevmesem de izliyorum mecburen. Takım orada da bağırıyordu ''Hazır değilim!'' diye ama bu uyuşukluğu da beklemiyorduk. Maça çok kötü başladık, zaman geçtikçe takım oturacaktır dedik oturmadı. Kadro yapısının iki senedir özel bir sıkıntısı var; kapanan takımlara karşı çözüm üretemiyoruz. Topu gerektiği kadar hızlı çeviremiyoruz, kanatlar gerektiği kadar sağlam bindiremiyor ve gerektiği kadar şut da çekemiyoruz. Yine aynı sıkıntılarla başladı maç.

Şu malum berbat deplasman dönemimizi hatırlatan bir tablo vardı ortada. Maç boyu top bir şekilde ortada dönecek, net pozisyona giremeyeceğiz ve sakat bir gol yiyeceğiz. Oldu da. Benim için atılan son golün pek bir önemi yok. Takım ikinci maçta çıkıp turu istediğini göstermek istiyorsa bu 1-0 gibi bir skorla olmasın zaten.



Topu çevirme ve akıcılık yönünde hala daha sınıf atlayamadığımız aşikar. Bunu sadece bir orta saha transferine bağlamak da çok yanlış olur. Stoch kayıp, Gökhan hala daha o çizgiyi yakalayamıyor ve yakalayamayacak diye de çok korkuyorum. Mehmet Topal'a kızamıyorum. Adam bu. Daha çok savunma yönü için alındı zaten ve topu da gerektiği gibi çevirdi, özellikle ikinci yarıda. Ben Aykut Hoca'nın Mehmet'e daha çok ileri çıkmasını falan söylediğini zannetmiyorum. Sorun yine ve yeniden Cristian'ın akıcı olamayan oyunu. Bir şeyler eksik ama ne bilmiyorum. Cristian sezonun son kısmı ve hazırlık dönemini gerçekten iyi geçiren bir oyuncu. Güveninin yerine geldiği her halinden belli oluyor ama ben orta sahanın özellikle savunma yönünü iyi yaptığına inanmıyorum. Kadıköy'de izlediğim son Galatasaray maçında Melo'nun omzuna basıp aldığı topları gördükten sonra da iyice tatmin oldum. Cristian savurgan bir adam. İkili mücadeleyi pek beceremeyen bir adam. Omzunu koyup, topu alıp takımı ateşleyecek bir adam değil. Aykut Hoca da buna inanmaya başladı ki O'nu daha çok hücuma yönlendirdi. Orada da gerekli akıcılığı her zaman sağlayamıyor. Dün bir kaç pastan sonra çok güzel koşular yaptı. Aldı, verdi takımı oynattı ama uzun süre yine kayıptı. İşte bu devamlılık bizim aradığımız şey zaten. Emre bu işi yapabildiği kadar yapıyordu. O yüzden de orta saha transferi mühim. Bunları söylerken Stoch'un toparlanacağını ve takımın Kuyt'ın oynaması gereken yeri benimseyeceğini umuyorum.

Kuyt'a ayrı bir parantez açmak şart. Adamın paçalarından kalite akıyor. Sahanın her yerinde, en az bir Mehmet Topuz savaşçılığı ile sağ kanatta duruyor ama yeri orası değil. Zaten o da daha çok 'iç forvet' gibi kayıyor ataklarda. Bu pek denemediğimiz bir sistem, en son Deivid bu işi yapmıştı. İşte burada kilit nokta iç forvet değil de Gökhan Gönül. Gökhan beklediğimiz noktaya ulaşırsa eğer, Kuyt çok büyük işler yapar. Fakat dünkü oyunu devam ettirecekse Kuyt ilk yarıda olduğu gibi yine defans ve forvet arasında kalmış adamı oynar. Hem adama, hem izleyeceğimiz güzel takip gollerine ayıp ederiz. Kuyt değerli bir parça, kullanılmalı.



İşin Semih kısmı var bir de. Ne oldu, ne bitti bilinmez ama Semih iki senedir yok. Ciddi anlamda sadece bir maç olsun iyi oynadığını hatırlamıyorum. Sanki yeteneklerini kaybetti. Hoca sürekli bir şans verme çabasında ama olmuyor. Bu kısımda Bienvenu de hakkı olan süreleri alamıyor. Tabii ki hoca takımı çalıştırıyor, tabii ki o bizden daha çok şey gördü ama Semih bu. Artık daha fazlası da olmayacak gibi duruyor. Bu yönden de bir forvet daha lazım, ben pek sıcak bakmıyordum ama artık bu ihtiyacı kabul ediyorum. Sow'a da inanılmaz haksızlık yapılıyor. Adam geldi, takıma alışamadan çıktığı maçlarda Semih ve Bienvenu'nün tüm sezon veremediği her şeyi verdi. Gollerini attı, çalıştı. Şimdi basın tarafından yaratılan sorun var imajının üzerine bir de isteksiz sıfatı yerleştirildi. Adamın tüm idman fotoğraflarında gülmesi de ayrı bir ironi olsa gerek. Sow çok değerli bir adam, bizim taraftarın linç kültürüne kurban gitmez umarım.

Defansımızın 'bence' en sıkıntısız bölge. Egemen ilk maçında pek iyi bir duruş sergileyemese de her türlü oraya koyulup, rahat edilebilecek bir adam. Yapılan aşırı eleştirileri anlamıyorum, sanki adamı ilk kez izliyoruz. Egemen belirli seviyenin üstünde bir defans adamıdır, her türlü iyi transferdir. Dünkü pozisyonda da, O'nun yaptığı hatadan çok Mehmet Topal'ın attığı pas konuşulsun bence. Bu şekilde belki daha iyi yerlere gelebiliriz. Bekir ise gurur kaynağı, emeğin karşılığı. Her gördüğümde mutlu oluyorum. Türk futbolcunun en büyük eksiği olan vücut sorununu da aştı. Resmen çalışmış, formasının kollarından belli oluyor. Kuvveti inanılmaz arttı. Top hakimiyeti zaten gayet iyi. Bekir'in yedek kalacak olması beni üzüyor, o kadar söyleyeyim. Bir de sağ beke mahkum bırakıldığı günlere çok üzülüyorum. Gökhan'dan çok bahsettim, direk olarak Hasan Ali'ye geçmek istiyorum. Beni en çok şaşırtan transfer Hasan Ali oldu. Hazırlık döneminin benim açımdan en iyi ismiydi. Kendine güveni tam, hareketleri yerindeydi. Dün çok fazla o havayı yansıtamamış olsa da ilk maçına veriyorum. Hasan Ali iyi işler yapacak, beklediğimden daha iyi işler hatta.

Volkan ve Alex'ten bahsetmek saçmalık gibi geliyor. Volkan kısmı için artık sadece, ''Futbol hayatının sonuna kadar kal ve yaşayan efsanemiz ol'' diyorum. Her nesile böyle bir adam şart. Alex için ise üzülüyorum. Çocukluk kahramanım Aykut Kocaman ve gençlik kahramanım Alex'in belki de verimli olacakları son yılı. Ve o yılın ilk maçını dün oynadık. Bir çeyrek final veya bir şampiyonluk kupası daha görmek istiyorum bu adamla. Eğer mümkünse.



Sonuç olarak takım iyi değildi. İyi olacak mı? Bence olacak. Transferler geç kaldı mı? Şüphesiz. Başlığı atmamın sebebi de bu zaten. Transfer konusunda Aykut Hoca geldiğinden beri harika işler yapıyoruz, kabul. Ama bu kadar geç kalmak olmaz, olmamalı. Takım çalışırken beraber çalışmalı. Takım 'takım' olabilmek için bunlara muhtaç. Bu konu artık hangi sene geldiğinde çözüme kavuşur bilmiyorum ama gerçekten can sıkıyor.

Tabii işin teferruat kısmı bunlar. Fenerbahçe'yi çok özlemişiz. Dün sinirli sinirli ikinci maçın tarihine bakarken fark ettim. Bizim, en azından inananların Kocaman umutları olmalı. Yanlışlar var, yanlışlar olacak ama iyiyiz. İki senede aldığımız yol iyi, gidilen yer iyi. Güzel şeyler göreceğiz, inanıyorum.

--

Yazıdan bağımsız, ek olarak : Benim yazdığım maç yazıları böyle olacak. Dakika dakika pozisyonları bekliyorsanız sizi herhangi bir spor sitesine alalım sevgili okur. Ben işin içine girmeyi seviyorum, Erdal ne yapar bilmiyorum.

17 Temmuz 2012 Salı

Kazım Koyuncu - Trabzonspor - HES


Bu blogda ilk kez Trabzonspor yazacağım, belki de son kez. Küfür etmeye gelenlere peşinen söyleyeyim konu "futbol" değil, "sosyal" içerikli.

Kazım Koyuncu, Karadeniz coğrafyasının modern müziğini ülkeye duyuran adam olarak tanındı. Ölümü ile birlikte yayılan ünü ise "güzel adamlar öldükten sonra değerlenir" sözüne harfiyen uyuyordu. Aslında onu Karadeniz dahil ülke çapında bir çok insan sadece müziğiyle, yaptığı şarkılarla tanıdı. Oysa ki Kazım siyasi ve  hayata bakış açısıyla da çok sağlam duruş gösteren "nadir sanatçı"lardan biriydi. 

Kazım iyi ve sıkı bir Trabzonspor taraftarıydı, 1996'dan beri süregelen Fenerbahçe - Trabzonspor gerginliğini benim ve bir çok insanın hafifleten de ta kendisiydi. Ama ondan sonrası ne yazık ki öyle olmadı, neyse...

Duyuyoruz ki Trabzonspor 10 milyon dolar gelir elde etmek için güzelim Uzungöl'de bir HES projesine girişiyormuş. Zaten HES'lere karşı olan benim aklıma bu sefer ilk olarak bu duruma karşı oluşum değil Kazım geldi. Onun yaşadığı süreçte bu ve bunun gibi konularda verdiği mücadele geldi. Hatırlayan var mı?

Kazım'ın Trabzonsporluluğuyla övünen kitleden, herhangi bir insandan bu işe karşı ne bir tepki duydum ne de bir kelam laf (bazı insanları tenzih ederim). O zaman bu işin içinde bir samimiyetsizlik ararım ben. Ben aslen Rize Ardeşenliyim, üstüne Fenerbahçe taraftarıyım. Kısacası Trabzon ve Trabzonspor taraftarının sevmediği tüm coğrafi ve futbol özellikleri bünyemde mevcut. Bir kaç sivri dilli arkadaş çıkacak muhtemelen "sanane" diyecek, ama öyle değil arkadaşım hele bir soluklan.

Neden mi öyle değil? Çünkü Kazım bize müziğini, duruşunu miras bırakıp buralardan giderken size ekstradan bir de takım sevdasını miras bıraktı. Ben bile şu işten duyduğum öfke ve rahatsızlıkla konuşma ihtiyacı duyuyorken sen susuyorsan "sanane" demek sana değil bana düşer.

Siz bu işi durdurmadığınız sürece, tepkinizi koymadığınız sürece Kazım emin olun ki Trabzonsporlu falan değil. Hatta yaşıyor olsa eminim ki söyleyeceği şey "Trabzonspor bu projeden vazgeçene kadar ne takımı desteklerim ne maçlarına giderim" olacaktı, eminim. Ama yok siz bu söylediğimi de kabullenmezsiniz değil mi? Çünkü öncelik para, samimiyet, Kazım'ın ruhu sadece ihtiyaç olduğu anlarda lazım size. Ya para? Her zaman. Yazık...

Bir gün sadece ağzınızda olan "endüstriyel futbol" goygoyunu cidden bir tarafa koyabilir, hayata karşı bir duruş sahibi olursanız ve en önemlisi de parayı bir kenara koyabilirseniz benim ve Kazım'ın ne demek istediğini, aslında gerçeklerin ne olduğunu anlayacaksınız. O gün olur da gelecek olursa ben sizinle kol kola maç izleyeceğim, mesela maçtan beraber çıkıp belki HES'leri protesto etmeye de gideriz? 

Kazım için, onun gibiler için denemeye değmez mi? Nefret tohumlarını yakın, tekrar kol kola maç izleyelim.

14 Temmuz 2012 Cumartesi

Fenerbahçe Erkek Basketbol Takımı Ne Yapıyor?



Başlıktan da anlaşılacağı gibi, genel bir değerlendirme yazısı olacak. Şube neler yaptı, neler yapmak istiyor sorularının cevabını bildiğim kadarıyla vermeye çalışacağım.

Öncelikle, seneye Aydın Örs ayrılığıyla başlamak şüphesiz ki başlangıç adına olabilecek en kötü adımdı. Aydın Örs'ün bu şubeye gelişi, yaşadığımız ilk şampiyonluk, sonrasında koçun yaşadığı büyük vefasızlık gibi olgular yüzünden Aydın Örs bizim için çok özeldir. 'Biz' dediğim kesim; basketbol şubesinin artık bir yerlere gelmesini isteyen, 'şunu yapacağız, bunu alacağız' açıklamarından bıkmış, artık tam anlamıyla 'şube' olabilmeyi başarmış bir takım isteyen kesim..

Söylediğim gibi, Aydın Örs'ün gidişi zaten berbat geçmiş bir sezonun ardından umutların iyice dibe vurmasını sağladı. Berbat kelimesini kullandım ama sebebi asla ligi bitirdiğimiz konum ya da Euroleague macerası değildi. Takımı sahada izlerken ben utanıyordum. O ruhsuzluk, o ne yaptığını bilmeme ve hatta bir şeyler yapmayı istememe durumu..

Sonrasında klasik yönetici açıklamalarımız geldi. ''Yüksek hedeflerimiz var, iyi bir koçla anlaşılacak''. Medya yoluyla ortaya Messina atıldı, bittiği bile söylendi. İstanbul'dan evi bile hazırdı ve %99 oranında, rekor sayılabilecek bir yüzdeyle Messina'yı elimizden kaçırdık. Ardından Obradovic, İvkovic ve hatta Tanjevic'in ismi bile geçti. O dönemler cidden kabus gibiydi.

O dönemden elimizde kalan tek artı Kemal Dinçer isminin şubeye getirilmesiydi sanırım. Potaya girdiği andan itibaren gerek sosyal medya etkinliği, gerekse dobra açıklamaları sebebiyle içimizi ferahlattı. 'Acaba cidden yapılanıyor muyuz?' sorularını sormaya başladık ki ortaya Pianigiani ismi çıktı. Soru işaretleri yok mu? Elbette var. Klasik bir tanım ama kabul edilebilir bir sebep : İtalya dışına ilk kez çıkıyor.

Yine de geçen isimler içerisinde gelecek adına taşıdığı umutla, hırsıyla, uyguladığı oyun planıyla şubeye en uygun olan adam olduğunu düşünüyorum.



Sonrasında malum transfer dönemi geldi. Öncelikle Engin konusunu atlarsam çok üzüleceğim. Engin buraya geldikten sonra doğru düzgün katkı veremeden sakatlandı. Kulüp, taraftar hep birlikte Engin'den çok şey bekledik. Bunun getirisi olarak O'nun yanında durmasını da bildik. Parkeye döndükten sonra verdiği mücadeleyi, gösterdiği arzuyu hep alkışladık. Yani bir oyuncunun arkasında ne kadar durulabilirse o kadar durduk. Sonra bir sabah Engin'in takımdan ayrıldığını öğrendik. Kendi açımdan nereye gittiğinin pek bir önemi yok. Siena, Galatasaray veya Bandırma ismi mühim değil. Engin'in, ''Daha fazla süre almak istiyorum'' dedikten sonra gelecek yabancı guardın ardından Ender ile süre paylaşacağı takıma gitmesi gerçekten inanılır gibi değil. Bunun adı en basit tabirle vefasızlıktır.

Öte yandan Mirsad konusu da büyük yara. Geçen sene 'basketbolu bırakır!' denilen sakatlıktan çıkıp oynadığı maçlarda gösterdiği yürek için bile bir sene daha tutardım Mirsad'ı. Her şeyin ötesinde kendisinin yaptığı ''İki sene daha basketbol oynayacağım'' açıklaması taze şekilde duruyor. Adamı bu şekilde zorla jubileye ikna ettik. Nasıl kabul ettirdik onu da bilmiyorum ama canımı sıkan bir konu olduğu kesin. Koçun sakatlıklar sonrası istememe durumu da olabilir, anlaşılabilir bir sebep ama yine de kalmalıydı. Formanın emekli olması konusu ise çok uzun mesele. Günü kurtarmak adına yapılan sahte bir hamle gibi geliyor. Bu konu ayrı bir yazı konusu olur, fazla uzatmayayım.



Asıl konumuza gelelim : Yapılanma. Pinigiani'nin gelişi ve Kemal Dinçer tutumu sonrası biz de merakla beklemeye koyulduk. İlk açıklanan isim Barış oldu. Yerli kadrosu açısından eski avantajımız olmadı aşikar. Böyle bir ortamda Barış'ı almak çok iyi iş. İşte tam burada ''Keşke Engin kalsaydı'' diye düşünüyor insan. 1-2 yedekleyicisi güzel bir alternatif daha olacaktı. Bence bunun sıkıntısını çekeceğiz.

Ve geçen hafta sırayla açıklanan Batiste ve Sato transferleri.. Sato Euroleague'de boy göstermeye başladığından beri hayranı olduğum bir adam. Savunması çok iyi, hücumu ortalama üstü olan, yani; spor dallarının vazgeçilmez tanımı ''iki yönü de oynayabilen adam'' etiketini taşıyan birisi Sato. Geçen sene Pana'da kafasının rahat olmadığına dair çok haber okuduk. Formunu biraz da oraya bağlamakla birlikte ben o seneyi bir daha yaşamayacağını düşünüyorum. Sato çok değerli bir parça, güzel transfer.

Batiste ise dışarıdan bakan bir adamın yaşını tahmin edemeyeceği düzeyde atletik özelliklerini sürdüren bir adam. 35 yaşına gelmesi benim için pek bir şey ifade etmiyor keza iki sene daha bu seviyelerde kalacağını düşünüyorum. Bir sporsever olarak kafamı kurcalayan tek noktası malum kafaya basma olayı. O günden beri Batiste hakkında düşüncelerim pek iyi sayılamaz ama oyunculuk yönüne gelince fazla bir şey söylemek ayıp olur. En basitinden, perde sonrası potaya devrilip bitirebilen bir uzunumuz oldu. Fisher sonrası Nash bulmak gibi bir şey bu diyerek terbiye sınırlarını da zorluyorum.



Ve geleceği konuşulan isimler konusu.. Beni en çok umutlandıran nokta burası. Şubenin çalıştığını ve artık bazı şeylerin eskisi gibi olmadığını düşünmemi sağlayan kısım. Gündemimizdeki ana isim Bo. Koçun çok istediğini bildiğimiz Andersen de hedefin diğer kolu. Forumlarda da bolca konuştuğumuz gibi, herkes Bo'nun alternatifinin olmayışından ve yeni bir Josico olayı yaşanmasından korkuyordu. Ben de öyle. Sonrasında Kemal Dinçer'in de doğruladığı Will Bynum ilgisi çıktı ortaya. Bo'nun olmama olasılığına karşı böyle bir adam düşünmek benim için çok iyi şeyler anlatır. Bynum'ın İsrail macerasını hatırlayanlar olacaktır. Gayet delici, ilk adımı hızlı ve yürekli bir adam. Oyunun pas kısmını Bo'dan daha iyi yaptığını da söyleyebiliriz. Kesinlikle denenebilecek bir alternatif. Tabii beni tanıyanlar Bo için neler düşündüğümü bilir, inşallah olur ama kolay bir iş değil. İşin bu kadar uzaması da ona işaret zaten. İşte tam da bu konudan yola çıkarak düşünülen isimlerin hepsinin gerekli alternatiflerinin olduğunu bilmek güzel. Biz bu duyguyu hissetmeyeli çok uzun zamanlar olmuştu.

Yapılan transferlerin, özellikle iki yabancı transferin soru işaretleri var, yok diyemeyiz. Gelecek kişiler hakkında da net bir bilgimiz yok ama bir şeyler yapılmaya çalışılıyor. Mirsad, Aydın Örs gibi yanlışlar yapılsa da bazı doğrular gördüğümüz için umutluyum. Yerli rotasyonu darlığı, takımın gayet zor grubu ve oraya ne kadar 'takım olabilmiş şekilde' gidebileceğimiz sorusu, resmi sitemizin hala daha güncel olamaması gibi bir sürü sorunumuz var aslında. Bunları biliyoruz ama sonuç olarak, umut beslenebilecek bir yapılanma olma yolunda gidiyoruz. En azından bize hissettirilen o. 


Bu yönden bakılınca güzel bir sezon bizi bekliyor diyebilirim. En azından mücadele eden, istediğini gösteren ve savunma yapabilen bir takım olacağız. Salonun yapısı ve dezavantajları da giderilirse -ki burada yönetime de taraftara da çok büyük işi düşüyor- Pianigiani'nin hırslı, isteyen ve ısıran takımı gerekeni yapacaktır.

26 Mayıs 2012 Cumartesi

O Şimdi Nerede?: Şenol Karagöl



Bundan bir 10 yıl öncesine kadar gerek gösterdiği ekstra performanslar, gerek maç sonrası açıklamaları, gerek maç içi hareketleri ile Türkiye'nin en çok konuşulan kalecilerinden biriydi Şenol. Kimi zaman ise "günah keçisi".


Hiçbir zaman Fenerbahçe taraftarı olduğunu saklamadı, hep söyledi. Bir çok Fenerbahçe maçına da bu özelliği ters bir etki yaratarak -belki izleyenlerin göstereceği tepkiden çekinerek- ekstra motivasyonla iyi performanslar göstermesini sağlamıştı. 25 Ocak 1974 doğumlu Şenol, "en büyük hayalim" dediği Fenerbahçe'ye bir dönem çok yaklaşsa da hiçbir zaman oynayamadı. Peki ya 38 yaşına gelen bu renkli, unutulmayacak adam şu an nerede?


Şenol Karagöl, 2011-2012 sezonunu Spor Toto 2.Lig takımı Kızılcahamamspor'da geçirdi. Büyük bir kitle seni unutmayacak...

Şenol, Kızılcahamamspor'da bir maç öncesi ısınırken.

Related Posts with Thumbnails