Dünkü maç fotoğraflarının hemen hemen hepsine baktım, dünü ve son günlerimizi bu fotoğraftan daha iyi özetleyen başka bir fotoğraf bulamadım. Her dakika heyecanla sahaya bakan ama sahada o heyecanının karşılığını göremeyip of çeken milyonlarca insan, tıpkı bu küçük şirin taraftarımız gibi...
Aykut Kocaman'a dair bugüne dair hiçbir şey yazmadım, ufacık dahi olsa eleştirmedim. Çevreme baktığımda ona en çok desteği veren insanlardan biri olarak görüyorum kendimi.
Üniversite sonrası düzenli bir hayata kavuşamadığım için sürekli maçları farklı yerlerde izliyorum. Kimi zaman bir evde, kimi zaman kahvede, kimi zaman arkadaşlarla, kimi zaman bir kafede. Haliyle bu kadar farklı yerlerde maç izliyorken gözlem de yapıyor insan, hele ki gözlem yapmayı seven biriyseniz böylesine ortamlar sizin için büyük fırsattır. Bu yerlerde yaptığım gözlemlerin tümünü anlatmam için başka bir yazı şart. Benim değinmek istediğim ise şuan için sadece "Aykut Kocaman" ile ilgili olan kısım.
Fenerbahçe taraftarının gelmiş geçmiş en büyük efsanelerinden biri Aykut Kocaman, benim için de şüphesiz öyle. Fenerbahçeliler ona bağlanırken, "adam", "kocaman yürek" gibi manevi yönleriyle bağlandı. Bu yönlerinin tamamlayıcısı olarak da ona karşı devamlı başarıyı umut etti ve ona inandı. Yakın günlere kadar aradan -kendince haklı olanlar tabii ki olabilir- çıkan bazı çatlak sesler dışında neredeyse bütün camianın bu desteği de arkasındaydı. Hatta herkesin tek söylediği şey "hem kadro, hem sabır açısından en şanslı teknik direktörlerimizden". Haksız değiller.
Dün ve yakın zamanlarda gözlemlediğim herkesin gözleri aynı şeyleri söylüyor ne yazık ki. O umutlu, inanan gözlerin ışığı artık ya sönmüş ya da sönmek üzere. Bugün önümüzdeki maçtan itibaren müthiş bir seri yakalasak sene sonuna kadar tüm maçları kazanıp açık ara şampiyon olsak bile seneye ilk maç yenildiğimiz anda Aykut Kocaman yine bugün maruz kaldığı sözlere ve tepkilerle yine karşı karşıya kalacak. Çünkü onun teknik yönüne olan tüm inanç, tüm umut bitti...
Bunları yazmak benim için cidden çok zor, o kadar zor ki belki de uzun süredir yazdığım en kötü -akış açısından- yazı dahi olabilir. Sebebi ise cümleleri toparlayamıyorum, nasıl bunları söylemeye dilim varmıyorsa ellerim de yazamıyor.
Yazının başlığı "Trabzonspor maçı sonrası" ama farkındayım maça dair en ufak şey yok yazıda. Ben de istiyorum burada teknik-taktik konuşayım ama cidden konuşulacak en ufak bir teknik-taktik detay yok. Sorun sene başından beri ne Alex'in oynayıp oynamaması, ne de geç de olsa gelen orta sahay transferiydi. Bunu en başından beri defalarca söyledik, kimi kabul etti kimi etmedi. Peki biz ne dedik? Eğer sen Fenerbahçe isen, senin takımının karakteri olacak kardeşim. Biri bana çıksın desin ki Fenerbahçe bu yıl, geçen yıl, ondan önceki yıl "şu karakter" ile sahaya dağılıp, oynayan bir takım arkadaş. O zaman söylediklerimi yutacağım ama söyleyebilecek biri ne yazık ki yok.
Dün basın toplantısında Aykut Hoca "zamanı gelince sevinerek ayrılacağımı herkes bilsin" minvalinde bir şeyler söylemiş Antu'nun çirkin görseline karşı, haklıdır.
İşin "bence"sine gelecek olursak, ne mi yapmalı? Önce bizim için efsane Aykut'tu, şimdi de Aykut Hoca. Giderek ona saygı duyup Aykut Hoca diyen insanlar onun bu sıfatını yok sayıp sadece Aykut diyor, büyük çirkinlik. Biz kendimizi, Fenerbahçe sevgimizi geçtik onun efsaneliğine zeval gelmesin isteriz bizi bilen bilir. Kendisi daha fazla zarar görmeden çıksın desin ki "sevgili Fenerbahçeli kardeşlerim, ben çok yoruldum, sportif açıdan saha kenarı hariç verilecek her türlü göreve hazırım fakat artık saha kenarında olmayacağım". Omuzlarımıza alalım, saha kenarından klüp binasına götürelim onu.
Ben artık kendimi geçtim, sana üzülüyorum be hocam sana.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder