24 Ağustos 2013 Cumartesi
Bir Önemi Varsa Eğer; Yanındayım Hocam.
Uzun süredir buraya yazmıyoruz. Ben de bir iki şey yazıp çıkacağım.
İşin taktik kısımlarına kafa yorup, fazla üzerinde durmayarak yaşayan gerizekalılar olarak bize de bir kaç şey söylemek düşer diye umuyorum. Her zaman için hızlı çıkmak, topa hakim olmaktan ziyade sarı lacivertin isteyerek ve korkutarak terlemesini isteyen bir adam oldum. Orta saha oyuncusu sol kanatta tükendiği zaman 'Niye?' diye sormak yerine 'Keşke olmasaydı' diyebilmeye çalıştım. Mevkilerin, taktiklerin hep bir nedeni vardır diye düşündüm. Değerlendirmesini yapmadım dersem yalan olur ama o gece acısını çekip sabaha uyandığımda kendime de kızdım. Her yeni günde, diğer maça kaç gün kaldığını düşünerek geçiyor benim hayatım. Her gün Fenerbahçe kadrosu kuruyorum kafamda. Fen Bilgisi defterimin arkasında da, Akışkanlar Mekaniği notlarımın arkasında da Fenerbahçe var. Hiçbirisinin olmayacağını bilerek kurulmuş bir sürü kadro. Maç saati geldiğinde hiçbir önemi olmayan bir sürü diziliş. Ben Fenerbahçe'yi yaşamayı seviyorum. Kafa yormayı seviyorum. Çok fazla yoruyorum. Yorulmuyorum. Ben Aykut Kocaman'ı ölene kadar takımın başında görmek isteyen bir gerizekalıyım. O'nu savunurken, kendimle bile çelişirken yorulmadım. O'nun gidişinden sonra, artık hiç yorulmam. Gelelim asıl meselemize. Neden aylar sonra yazmak istediğime.
Ersun Yanal..
İnsan hayallerini gerçekleştirebilmek için yaşar. Kimi zaman da yanlarına yaklaşabilmek için. Hiç yaklaşamasa bile, son ana kadar uğraşabilmek için yaşar. En azından ben öyle yapıyorum. Ersun Hoca her şeyi bir kenara bırakıp başladığı saçma sapan kariyerinde, ulaşabileceği en güzel noktaya gecikmeli olarak ulaştı. Saçma sapan diyorum çünkü o liglerde başlayıp da bir üst lige çıkabilmek bile bir teknik adam için mucizedir. Mucize tanımının bu derece kısıtlı olduğu bir ortamda, kendi hayallerinin uç noktalarına ulaşabilmiş bir adamdan bahsediyoruz. Ciddi anlamda parlamaya başladığı dönemlerde değil de bu çoğrafyadaki her futbol adamının -kökeninin bizden olmasına gerek yok- hazin sonu olan, 'sorgulanma' kısmına geçmişken gelmesi ise bir başka mucize.
Yani bir sürü küçük olasılık birleşerek çok karmaşık ve büyük bir olgu yaratıyor. Başına da Ersun Yanal geçiyor. Benim vasıfsız futbol bilgimle; sevdiğim bir yapıya sahip bu adam. Yapabileceği bir sürü iş ve bir senelik bir sözleşmesi var. Şartlar çok çetin ama bu hep böyledir. O istediğiniz noktaya yaklaştığınız zaman işleyişin hayallerden çok daha karmaşık olduğunu görürsünüz.
Bugüne kadar gelinen noktada Ersun Yanal bildiğim Ersun Yanal değildi. Bunları belirli bir mantık çerçevesinde açıklayabiliyorum. Tabii kendime. Çıkardığı taktik, kullandığı adamlardan ziyade sahaya yansıttığı veya oyuncuların yansıttığı şey Ersun Yanal'ın aklı değildi. Ne oldu, ne bitti bilmiyorum ama artık bir 'Yeter!' tepkisi gelmeli.
Aykut Kocaman'ın yarı final çıtasını oluşturana kadar kaybettiği puanları da hatırlıyorum. Yaptığı hataları da hatırlıyorum. Onları düzeltirken hocaya nasıl daha fazla bağlandığımı da. Yaptığı hataları devam ettirirken nasıl onların hiç umrumda olmadığını da. O yüzdendir ki içimden gelerek sevdiğim ve güvendiğim bu adamın arkasındayım. Yine sonuna kadar.
Hayallerinin peşinde koşabilmiş bir adam, o bir senelik sözleşmeyi kafasının içinde yırtmış olmalı. İstediği futbolcuları ve oyun yapısını sahaya yansıtabilmeli. O zaman çubuklu istediği gibi terleyecek işte. Artık terlemeli.
25 Eylül 2012 Salı
Trabzonspor Maçı Sonrası: İnanmak Çok Önemlidir
Dünkü maç fotoğraflarının hemen hemen hepsine baktım, dünü ve son günlerimizi bu fotoğraftan daha iyi özetleyen başka bir fotoğraf bulamadım. Her dakika heyecanla sahaya bakan ama sahada o heyecanının karşılığını göremeyip of çeken milyonlarca insan, tıpkı bu küçük şirin taraftarımız gibi...
Aykut Kocaman'a dair bugüne dair hiçbir şey yazmadım, ufacık dahi olsa eleştirmedim. Çevreme baktığımda ona en çok desteği veren insanlardan biri olarak görüyorum kendimi.
Üniversite sonrası düzenli bir hayata kavuşamadığım için sürekli maçları farklı yerlerde izliyorum. Kimi zaman bir evde, kimi zaman kahvede, kimi zaman arkadaşlarla, kimi zaman bir kafede. Haliyle bu kadar farklı yerlerde maç izliyorken gözlem de yapıyor insan, hele ki gözlem yapmayı seven biriyseniz böylesine ortamlar sizin için büyük fırsattır. Bu yerlerde yaptığım gözlemlerin tümünü anlatmam için başka bir yazı şart. Benim değinmek istediğim ise şuan için sadece "Aykut Kocaman" ile ilgili olan kısım.
Fenerbahçe taraftarının gelmiş geçmiş en büyük efsanelerinden biri Aykut Kocaman, benim için de şüphesiz öyle. Fenerbahçeliler ona bağlanırken, "adam", "kocaman yürek" gibi manevi yönleriyle bağlandı. Bu yönlerinin tamamlayıcısı olarak da ona karşı devamlı başarıyı umut etti ve ona inandı. Yakın günlere kadar aradan -kendince haklı olanlar tabii ki olabilir- çıkan bazı çatlak sesler dışında neredeyse bütün camianın bu desteği de arkasındaydı. Hatta herkesin tek söylediği şey "hem kadro, hem sabır açısından en şanslı teknik direktörlerimizden". Haksız değiller.
Dün ve yakın zamanlarda gözlemlediğim herkesin gözleri aynı şeyleri söylüyor ne yazık ki. O umutlu, inanan gözlerin ışığı artık ya sönmüş ya da sönmek üzere. Bugün önümüzdeki maçtan itibaren müthiş bir seri yakalasak sene sonuna kadar tüm maçları kazanıp açık ara şampiyon olsak bile seneye ilk maç yenildiğimiz anda Aykut Kocaman yine bugün maruz kaldığı sözlere ve tepkilerle yine karşı karşıya kalacak. Çünkü onun teknik yönüne olan tüm inanç, tüm umut bitti...
Bunları yazmak benim için cidden çok zor, o kadar zor ki belki de uzun süredir yazdığım en kötü -akış açısından- yazı dahi olabilir. Sebebi ise cümleleri toparlayamıyorum, nasıl bunları söylemeye dilim varmıyorsa ellerim de yazamıyor.
Yazının başlığı "Trabzonspor maçı sonrası" ama farkındayım maça dair en ufak şey yok yazıda. Ben de istiyorum burada teknik-taktik konuşayım ama cidden konuşulacak en ufak bir teknik-taktik detay yok. Sorun sene başından beri ne Alex'in oynayıp oynamaması, ne de geç de olsa gelen orta sahay transferiydi. Bunu en başından beri defalarca söyledik, kimi kabul etti kimi etmedi. Peki biz ne dedik? Eğer sen Fenerbahçe isen, senin takımının karakteri olacak kardeşim. Biri bana çıksın desin ki Fenerbahçe bu yıl, geçen yıl, ondan önceki yıl "şu karakter" ile sahaya dağılıp, oynayan bir takım arkadaş. O zaman söylediklerimi yutacağım ama söyleyebilecek biri ne yazık ki yok.
Dün basın toplantısında Aykut Hoca "zamanı gelince sevinerek ayrılacağımı herkes bilsin" minvalinde bir şeyler söylemiş Antu'nun çirkin görseline karşı, haklıdır.
İşin "bence"sine gelecek olursak, ne mi yapmalı? Önce bizim için efsane Aykut'tu, şimdi de Aykut Hoca. Giderek ona saygı duyup Aykut Hoca diyen insanlar onun bu sıfatını yok sayıp sadece Aykut diyor, büyük çirkinlik. Biz kendimizi, Fenerbahçe sevgimizi geçtik onun efsaneliğine zeval gelmesin isteriz bizi bilen bilir. Kendisi daha fazla zarar görmeden çıksın desin ki "sevgili Fenerbahçeli kardeşlerim, ben çok yoruldum, sportif açıdan saha kenarı hariç verilecek her türlü göreve hazırım fakat artık saha kenarında olmayacağım". Omuzlarımıza alalım, saha kenarından klüp binasına götürelim onu.
Ben artık kendimi geçtim, sana üzülüyorum be hocam sana.
24 Eylül 2012 Pazartesi
Trabzonspor Maçı Öncesi
96 olayları ya da daha fazlası dahil, asla Trabzon'dan çok fazla nefret edememiştim. Trabzonspor'u destekleyen güzel adamlar tanıdığımdan olabilir bilemiyorum ama genel kanının aksine ılımlı bakardım. Malum süreç ve sonrasında olanlardan sonra aynı şeyleri hissedemiyorum. Zaten sadece Trabzonspor ekseninde değil genel olarak bir değişim oldu. Fenerbahçe ben ve benim gibiler için daha fazla merkeze kaydı. Avrupa'da oynayan diğer takımları asla destekleyemedim ama artık Twitter gibi platformlardan çirkinleşmeye de başladım. Sonumuz iyi gözükmüyor.
Bugün yine Trabzon ortamı ısrarla geriyor. Bu gergin ortamın bize yaradığını ya göremiyorlar ya da anlayamıyorlar. Geçen sene orada yaşadıklarımızı ben unutmadım. Hırsım, sinirim de asla geçmeyecek. Emre doğru bir şey yapmadı elbet ama Zokora'nın nefret dolu tekmesini savunan adamları gördüm ben. Ya da her faulün aslında sarı kartlık olduğunu ve o maçın bitmemesi gerektiğini düşünenleri ayıplayanları da. Aslında geçen sene şampiyon olabileceğimize ilk kez o zaman inanmıştım ben. Oradan galip çıkabildiysek eğer her şey olurdu.
Geçen seneden bana kalan zaferlerin en güzeli o maçtır işte tam da bu yüzden. Bu seneye gelindiğinde, Trabzon sitesinden yapılan ufak kelime oyunlu kışkırtmalar, garip açıklamalar derken yine güzel ve gergin bir ortam oluştu. Güzel diyorum çünkü biz böyle ortamları seviyoruz.
Nasıl olacak, ne olacak bilmiyorum ama bizim takım artık çıksın ve güzel futbol oynasın. Yani daha doğrusu güzel mücadele etsin. Ben Aykut Kocaman'a tapar derecede yanlışlarını göremeyen bir adam değilim. İlk senelerinde, güzel oynadığımız dönemlerde bile eleştirdim. Bence bu yapılması gereken bir şey ama şu dönem olduğu kadar silik ve mücadeleden eksik bir takım olmamıştık hiç. Evet Aykut Hoca yanlışlar yapıyordu ama takım bir şekilde mücadelesini belli ediyordu. İnanç mı azaldı, ne eksik bilmiyorum ama tamamlansın artık. Bir de hep söylüyorum ya ben bu adamı çok seviyorum. Haddim olmayarak kızdığım oluyor ama üzülüyorum.
Bence biz mutlu olmayı hak ediyoruz. Çok fazla şey yaşadık, çok fazla umut besledik, çoğusu boşa gitti. Artık güzel şeyler görelim yahu. Mümkünse başımızdaki adamla olsun, bir şekilde düzelsin. Ben gizli gizli umut beslemekten sıkıldım. Milat bugün olsun, olacaksa eğer.
Bugünün videosu da o malum gol olsun. Dediğim gibi, mümkünse eğer yine aynı adam atsın.
21 Eylül 2012 Cuma
Değişimi Beklerken Biz Değiştik
Kalbimdeki yeri hiçbir zaman değişmeyecek kocaman adam geldiğinde çok mutlu ve umutluydum. Ankaraspor'da oynattığı futbol bir gösterge değildi elbet ama kafa yapısını az çok biliyorduk. Bir de içimizden biriydi. O'na şans vermek için gereken sebeplerin hepsi vardı yani. Geliş tarzı tartışılır ama benim gibi Daum'un tekrar gelmesine çok tepkili adamlar için o da göz ardı edilebilirdi ve edildi de.
İlk sezon; önceleri hücumda çok aktif, sonraları çok fazla kontrol heveslisi bir takım olduk. Ortası bir türlü tutmadı ama son haftalar oynanan futbol tam istediğim gibiydi. Artık takım oturdu hevesiyle diğer sezona başlayacaktık ki malum olaylar oldu. Geçen sezonun pek günahı olmazdı eyvallah ama düşünce yapısıyla uygulamaya koyulan nokta sanki hep biraz eksikti. Bu kısmı biraz açarak yazıyı devam ettiriyorum.
Evvela yapılan transferlerin hepsi son yılların çok çok ötesindeydi. Sportif düşünceleri çok ileride bir adam Aykut Kocaman. Takımın transfer çehresi tamamen değişti. Gelen her adam belirli bir nedenle geldi. Eskisi gibi ses getirsin diye değil de uygulamak istediği mantığa uysun diye aldı adamları. Bu çok güzel. Yaptığı transferler ve elde ettiğimiz gelir bile bunun göstergesidir. Bu yönden umutlu olmamamız için hiçbir sebep yok. Peki bu transferlerin sahaya yansıma süreleri ve biçimleri nasıldı? Hocanın sezon başından beri 'orta saha istiyorum' dediğini biliyoruz. Orta saha gelene kadar sağ kanat bile geldi ama o gelmedi. 'Kadro yeterli' moduna girilmeye başlanıyordu bile ama takımın eksiği o kadar fazla bağırdı ki son güne gayet yerinde ama çok geç bir hamle yapıldı. Krasic, Sow, Kuyt vs vs.. İşin madde kısmına pek fazla girmek istemiyorum. Hepsi isim isim her hocanın isteyeceği adamlar. Bu konuda sadece zaman kısmını eleştirebiliyoruz. İşin sahaya yansıyan kısmında ise durum 'bence' vahim. Orası çok uzun ve sıkıcı bir paragraf olabilir.
En başından beri olayın tek bir orta saha ile bitmeyeceğini savundum, hala daha da böyle söylüyorum. Takım iyice rayına otursa da sorunlar bitmeyecek. Gökhan eskisi gibi çevik ve akıcı değil. Hasan Ali çok güzel adam ama kademe konusunda hala daha çok gelişmesi gerekiyor. Yobo'nun attığı yedi uzun toptan altısı taca gidiyor ve neden ısrarla Yobo'ya bunu yaptırıyoruz bilmiyorum. Defanstan top çıkartmak gibi bir derdimiz yok. Genelde bekler ekseninde topu ileriye dikiyoruz ve topu oralarda şans eseri almaya yetecek bir çoğunluğumuz da yok. Biz Emre gibi gününde olduğunda bu işleri harika yapabilecek bir adamla bile bu sorunları yaşıyorduk, hatırlatırım. Şimdi Topal ve Meireles gibi çok iyi toplayıcılar ama harika olmayan dağıtıcılar var. Rakip tarafından önde yapılan baskı anında sonuç veriyor. Bu işe çözüm bulduğumuz tek bir maç hatırlayabilen var mı? Topu ileriye aktarmayı başardığımızda bir şekilde sonuca gittiğimiz doğru. 2-2lik Galatasaray ve Marsilya maçlarını hatırlayalım. Hepsinde önde basmaya çalışan rakip vardı. Genel bir istek ve ilerideki yaratıcılığımızla bulduğumuz iki gol var. Sonrasında yediğimiz inanılmaz baskı ve 'ben artık yapamıyorum' modundaki geriye çekilişimiz ve gelen iki gol. Benu bunları da tamamen değişikliğe bağlamıyorum. Bunlar tabii ki tesadüf değil. Baskıyı yediğimiz an tüm pas yollarımız ve top tutma becerimiz bitiyor. Israrla söylemek istiyorum ki biraz eli ayağı düzgün bir takıma karşı bunun önlemini hiçbir zaman alamadık. Sadece iyi kapandığımız veya akışına bırakarak gol yemediğimiz oldu. Peki oyunu kanatlara yıkmak bir çözüm olabilir miydi? Olabilirdi. Olabilirdi de nasıl? Stoch hiçbir zaman verimliliği olan bir adam imajı çizmedi. Birkaç maç inanılmaz işler yaptı, diğerlerinde sahada gözükmedi. Mehmet Topuz asla tam bir kanat adamı olmadı. Yeri gelir iyi orta keser, yeri gelir topu taşır ama asla o oyunu açmasını bekleyeceğimiz akıcı kanat adamı değil. Krasic transferi bu yönde yapılmış bir hamle olabilirdi ama bu da hocanın 'şanssızlık' hanesine yazılabilecek bir şey. Tabii bu bir bahane olmamalı. İşin maddelerinin ötesinde tek bir hamleyle yok olabilecek çözüm planlarımız varsa vay halimize. Sow'u sol kanatta denemek, Kuyt'ı sahanın her yerinde gezdirmek gibi 'sürekli' olarak yapılan ve dönülmeyen taktiksel hatalar da tazeliğini koruyor. Sezer'in neden hiç oynamadığını, antremanlarda hiç mi istekli olmadığını sormak isterdim mesela. Recep'in daha fazla forma şansı bulmasını, Salih'in biraz olsun oynamasını isterdim. Zor şeyler biliyorum ama bazı fırsatlar oldu gibi sanki. Aykut Hoca'nın kafası rahat olsa, her şey yolunda gitse bunları daha çok düşeneceğine de emin olmak kötü. Neyse, bu ve bunun gibi şeyler özelinde ben takımın yapısının değişeceğine ve artık beklediğimiz hükmeden Fenerbahçe'nin sahada bulunacağına inanmıyorum.
Benim gibi bir adamın inancını kaybetmesi kimse için hiçbir şey ifade etmese de ortamın vahimliği açısından çok şey anlatır. Benim hocaya köstek olmayacağımı, başarılı olsun diye isteğimi yineleyeceğimi öncelikle ben biliyorum ama işin bir de tetikte bekleyen taraftar kısmı var. Benim inancımı bile kırabilmiş bu ortam çok tehlikeli. Ama haklı ama haksız eleştiri sahibi olan ve ağzının ayarı olmayan her taraftar şu an için haklı durumda. Ne düşünüyorsa ve ne hissediyorsa çekinmeden söyleyip, yazıyor. Bu ortam hiç sevmediğim bir ortam ve bu ortama zorla geldik. Gün gelecek, bu adamlar savaş meydanında bulunurcasına kelle de isteyecektir. İstendi, yapıldı da. İşte burada : ''Aziz Yıldırım ne yapacak?'', ''Söylediği sözler ne olacak?'', ''Aykut Kocaman'ı herkesin önüne atacak mı?'' gibi sorular aklımı kemiriyor.
Diyorum ya ben bu adamı çok seviyorum, benim için hep çok özel kalacak. Ne kadar yanlış yaparsa yapsın, ne kadar kötü olursa olsun köstek olmayacağım. Şu ortamdan anladığım da bir şekilde kötü bir yola doğru gidiyor. Bitişinin, gidişinin kötü olmasını, sancılı olmasını istemiyorum.
Maç mı? Beraberlik iyi sayılabilirdi, yine aynı şekilde puanı ellerimizde vermeseydik eğer. Değişmeyen de bu zaten. Ne değişiklikler, ne ortaya konulan futbol umrumda değil. Mantık değişmesi her olgu için çok zor ve sancılı bir şeydir. Geçen seneden sonra biz daha çok bunu bekledik. Değişimi beklerken biz değiştik. Üzüldüm, çok üzüldüm. Söyleyecek fazla bir şey yok.
20 Eylül 2012 Perşembe
Nostaljik Goller #4 | Tümer Metin
Tarih: 14 Şubat 2007
O zaman ki adıyla UEFA Kupası 3. tur ilk maçı, AZ 1-0 öne geçiyor Tümer ise onların ilk golüne hafızalarımızdan silinmeyen bu golle cevap veriyordu. Aynı maçta Tümer'in ikinci, takımın üçüncü golü de yine muhteşem bir gol fakat bu gol hepimiz için her zaman daha değerli olmuştur.
Bugün yine kendi evimizdeyiz, iyi bir başlangıç her şeyin sonunu da iyi yapacak buna eminiz. Ve sizlere güveniyoruz, yere göğe sığdıramadığımız heybetinizi çıkın ve sahada bizlere gösterin!
29 Ağustos 2012 Çarşamba
Spartak Moskova Maçı Öncesi
Geldik yine saatlerin geçmediği, gözümüzü açar açmaz ''Bugün maç var'' diyerek başladığımız o güne. Ayrı bir gün bugün. Geçen senenin hırsı, yaşanan sinir bozucu olaylar, takımın durumu derken çok garip bir hal aldı. Sırf bu yüzden bile garip bir gün..
Erdal'ın da bundan önceki yazıda bahsettiği gibi tarihin en önemli maçlarından biri. Sıradan bir eleme maçı değil. Çok şey ifade ediyor, bir maçtan çok daha fazlası. Şampiyonlar Ligi, bu seviyedeki her takım için en gerçekçi hayaldir. Burası işin her zamanki boyutu, bir de bu sene için Fenerbahçe'ye özel olan başka boyutları var ki, onlar beni -ve benim gibileri- daha çok ilgilendiriyor.
Geçen sene yaşanan her şey o kadar taze ki acısı da duruyor. Bırakın Şampiyonlar Ligi'ni, Türkiye'de ne olacağımızın belli olmadığı günlerdi. Ne bir açıklama, ne bir yol gösteren.. Herkes lider, herkes önder, herkes büyük olmuştu. O günlerden şöhret toplayanlardan tut, o günler yüzünden batanlara kadar bir sürü hadise. Biz de ne yapacağımızı bilmeden oradan oraya savrulup durduk. Tam tutunacak tek dalımız Şampiyonlar Ligi kalmışken orası da elimizden kayıp gitti. Karar sonrası basın toplantısında, Aykut Kocaman'ın surat ifadesi, gözlerinin dolu dolu hali aklımdan hiç çıkmıyor. Hırs da vardı orada, üzüntü de. Tıpkı bizde hep olduğu gibi.
Şimdi bir sene sonrasındayız. Alex ile Aykut Kocaman'ın durumu malum. Yaşanan olaylardan tutun, Alex'in kadroya alınması karşısında oluşan sevincimiz bile acı verici. Aykut Kocaman'ın, ''Çok kırgınım'' derken oluşan surat ifadesi yine aynı. Yine hırs ve üzüntü dolu. ''Ama devam edeceğiz, yapacak bir şey yok'' demesi de öyle.
Her şeyin ötesinde geçen seneden kalan bir hayal var en derinlerde. Aykut Kocaman'ın şu muhteşem platformda en azından altı büyük maçta takımın başında durması olasılığı var. Şampiyonlar Ligi'nin kameralarının O'na çevrilip birkaç saniye durma olasılığı var. Şu bizim çocuk Aykut yahu, babalarımızı, abilerimizi sokaklara döken. Sonra Alex'in göğsünü parçalayacakmış gibi yumruk atma olasılığı var yine. Kuyt'ın kimse görmeden arka direğe süzülme olasılığı var. Sow'un parmaklarıyla yukarıyı gösterme olasılığı var.
Yukarıdaki yine önümüze koydu işte. Her şey sizin elinizde dedi. Yine o malum noktaya geldik. Ben de isterdim Spartak Moskova'nın liberolarına baskı yapmalıyız demeyi. Defanstan top kurmaya zorlamalıyız ama burada da atılan uzun toplara dikkat etmeliyiz diyebilmeyi. Ya da ofansif beklerini rahatsız etmezsek yine bolca bindireceklerini söylemeyi. Hocam ne olur Sow oynasın, Cristian'ı koyma oraya diyebilmeyi. Aslında dün öyle taktiksel bir yazı da planlamıştım ama şuraya oturunca yine diğer kimliğe büründük. Demek değil ki yazdığım şeyleri istemiyorum. Benim ne istediğim de kimin umrunda ve ne önemi var?
Kim oynuyorsa oynasın. Şu maça 'gerçekten' bütün olarak çıkalım. Taraftar çılgın atsın, takım hakikaten ön alanda bassın. Hani, ''Ulan takım ne istiyor be!'' deyip gururlanalım. Gerisi gelecek arkadaş. Öyle ya da böyle gelecek. Biz sabahtan beri dua edip, maçı kafamızda oynatıyoruz işte. Elden gelen bu kadar.
Hak ettiğiniz yere ulaşın, her şey sizin elinizde. Yazının sonuna, İlker Abi'nin paylaştığı ve bugüne böyle gaz halinde başlamamı sağlayan malum videoyla bitiriyorum : http://www.youtube.com/watch?v=R9CD7uj2TL0&feature=youtu.be
Alın gelin turu ulan!
Nostaljik Goller #3 | Haim Revivo
Tarih: 22 Ağustos 2001
Glasgow'da oynanan ilk maç 0-0 bitmiş, Fenerbahçe sahaya 5 yıllık Şampiyonlar Ligi hasretini dindirmek için çıkmıştı. Dakikalar 4'ü gösterdiğinde sahneye o sezonun 10 numarası Haim Revivo çıkıyor ve harika bir frikik golüyle "turun kapısını aralıyordu".
Bugün buraya konulabilecek en anlamlı nostaljik gollerden biri olsa gerek bu gol, gerek Şampiyonlar Ligi'ne duyulan hasret gerekse o maçtaki heyecanımıza eş değer bir heyecan içerisinde oluşumuz her şart benzer. Tek fark bir çoğumuzun bu akşam oynanacak S.Moskova maçını "tarihimizin en önemli maçı" olarak nitelendirmesi. Benim şüphem yok, kafamdaki tek soru işareti bugün "Haim Revivo kim olur?"
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)